TÜRK İDARE HUKUKU SİTESİ
( www.idare.gen.tr )
Kemal Gözler, Ramazan Çağlayan’ın İdare Hukuku ve İdarî Yargılama Hukuku İsimli Kitabı Hakkında Eleştiriler, Bursa, Yazarın Kendi Yayını, 2013 ( XVI+184 s.)
DİKKAT: Anayasa Mahkemesi, 10 Aralık 2019 tarih ve 2015/5612 sayılı Kemal Gözler (2) kararı ile bu internet sayfasının ve bu sayfada linkleri bulunan kitabın Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğü ile 27. maddesinde güvence altına alınan bilim ve sanat özgürlüğünün güvencesi altında olduğuna karar vermiştir. Kendilerinden bu sayfa hakkında erişimin engellenmesi talep edilebilecek sayın sulh ceza hakimlerinin bu hususu dikkate almaları arz olunur. K.G. 20.6.2020.
Kitabın ana sayfasına dönmek için burasını tıklayınız.
Elinizde tuttuğunuz bu kitap Kırıkkale Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Ramazan Çağlayan’ın İdarî Yargılama Hukuku (Ankara, Seçkin Yayınevi, Birinci Baskı, 2011, XXXII+696 s.) isimli kitabı hakkında yazılmış bir eleştiri kitabıdır. Bu kitap hakkında bilgi vermeden önce kısaca yazarı hakkında bilgi vermek isterim.
Kırıkkale Üniversitesi web sitesindeki Özgeçmişine[2] bakarak Ramazan Çağlayan’ın eğitimi ve mesleki kariyeri hakkında şu bilgileri verebiliriz:
Ramazan Çağlayan, lisans ve yüksek lisans öğrenimini Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesinde, doktora öğrenimini ise İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinde yapmıştır. 1993-1999 yılları arasında Erzincan Hukuk Fakültesinde araştırma görevlisi, 1999-2004 yılları arasında aynı fakültede yardımcı doçent olarak çalışmıştır. 2004 yılında Kırıkkale Üniversitesi Hukuk Fakültesine geçmiştir. Burada 2004-2008 yılları arasında yardımcı doçent, 2008 yılından itibaren de doçent olarak çalışmıştır. 2013 yılı Mart ayında ulaştığımız özgeçmişten Ramazan Çağlayan’ın profesör olduğu görülmektedir. Ama hangi tarihte profesörlük kadrosuna atandığı anlaşılamamaktadır.
Kırıkkale Üniversitesi web sitesinin incelenmesinden Ramazan Çağlayan’ın Kırıkkale Üniversitesi Rektör Danışmanı[3], Hukuk Fakültesi Dekan Yardımcısı[4], Kırıkkale Üniversitesi Senatosu üyesi[5], Kırıkkale Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yönetim Kurulu üyesi[6] ve aynı Üniversitenin Sosyal Bilimler Enstitüsü Yönetim Kurulu üyesi olduğu anlaşılmaktadır[7].
Diğer yandan Ramazan Çağlayan’ın ismi Zirve Üniversitesi Hukuk Fakültesi internet sitesinin “Akademik Personel” sayfasının “2012-2013 Eğitim Öğretim Yılında Katkıda Bulunanlar” başlığı altında da geçmektedir[8].
Yine Kırıkkale Üniversitesinin web sitesinde yayınlanan özgeçmişinden, Ramazan Çağlayan’ın üniversitelerindeki bu akademik ve idarî görevlerinden başka, değişik zamanlarda veya halen,
- Yükseköğretim Kurulu 1. Hukuk Müşavirliği
- BOTAŞ Genel Müdürlüğü Hukuk Danışmanlığı
- Başbakanlık Bilgi Edinme ve Değerlendirme Kurulu Üyeliği
gibi çeşitli kamu kurum ve kuruluşlarında önemli görevlerde bulunduğu anlaşılmaktadır[9]. Adı geçen özgeçmişte “Yöneticilik Görevleri” başlığı altında gerek Üniversitede, gerek çeşitli kamu kurum ve kuruluşlarında tam 12 adet “yöneticilik görevi” sayılmıştır[10].
Ramazan Çağlayan’ın 2008’den sonra hızlı bir ilerleme ve yükselme kaydettiği görülmektedir.
Yine internetten yaptığım araştırmada Ramazan Çağlayan’ın yukarıda sayılan Üniversitelerde ve çeşitli kamu kurum ve kuruluşlarındaki görevlerinden başka, bir özel danışmanlık/avukatlık firmasında danışman olarak çalıştığı da görülmektedir. İstanbul’da da bir ofisi bulanan Ankara merkezli PlusHukuk XE "PlusHukuk" isimli hukuk bürosunun/danışmanlık firmasının web sayfasında şu ifadeyi okuyoruz:
“PlusHukuk, mevcut yapısı içinde, (…) idare hukuku alanında bir doçent (…) olmak üzere güçlü bir ekip bulunmaktadır”[11].
PlusHukuk’un bu güçlü ekibinin içindeki “idare hukuku alanındaki doçent”in aynı web sitesinin diğer bir sayfasından Doç. Dr. Ramazan Çağlayan olduğu anlaşılmaktadır[12]:
Burada kitabı eleştirilen Ramazan Çağlayan bu arada profesör de olmuştur. Tam olarak ne zaman profesörlük kadrosuna atandığını bilmiyorum. Ama Kırıkkale Üniversitesinin web sayfasında Ramazan Çağlayan’ın unvanı profesör olarak gösterilmektedir[13].
Yayın listesinde göstermediği son yıllarda yayınlanmış bir kitabı yok ise, Ramazan Çağlayan’ın profesörlük başvurusunda “başlıca araştırma eseri” olarak burada eleştirdiğim İdarî Yargılama Hukuku isimli kitabını göstermiş olması muhtemeldir. Eğer bu böyleyse, Ramazan Çağlayan’ın, usûlsüz alıntılar bulunduğu iddiasıyla hakkında dava açılmış bir kitapla profesörlük kadrosuna başvurmuş ve böyle bir kitapla profesör olmuştur. Eğer bu böyleyse bu durum ülkemizdeki akademik ciddiyet bakımından fevkalade üzücüdür.
Burada şunu da merak ediyorum: Acaba Ramazan Çağlayan geçen ay hakkında eleştiri kitabı[14] yayınladığım İdare Hukuku ve İdarî Yargılama Hukuku (Ankara, Dinamik Akademi, 2011) isimli kitabını profesörlük başvurusunda sunduğu yayın listesinde göstermiş midir? Eğer göstermiş ise, sayın jüri üyeleri, dipnotsuz ve kaynakçasız olarak yayınlanmış ama başka yazarlardan yapılmış yığınla alıntı içeren bu kitap hakkında ne gibi değerlendirmeler yapmışlardır?
Daha da üzücü olan Ramazan Çağlayan’ın doçentlik çalışması olduğunu sandığımız[15] Tarihsel, Teorik ve Pratik Yönleriyle İdarenin Kusursuz Sorumluluğu XE "İdarenin Kusursuz Sorumluluğu" (Ankara, Asil, 2007, 420 s.) isimli kitabında da benim İdare Hukuku (Bursa, Ekin, 2003, 2 Cilt, 1264+1472 s.) isimli kitabımdan yapılmış pek çok usûlsüz alıntının bulunmasıdır[16]. Eğer bu kitap Ramazan Çağlayan’ın doçentlik çalışması XE "doçentlik çalışması" ise, Ramazan Çağlayan içinde pek çok usûlsüz alıntının bulunduğu bir kitapla doçent olmuştur ki, bu yine ülkemizdeki akademik yükseltme ve ilerlemelerdeki bilimsel ciddiyet seviyesini göstermesi bakımından fevkalade üzücüdür.
Ramazan Çağlayan’ın burada eleştirilecek olan İdarî Yargılama Hukuku başlıklı kitabının ilk baskısı 2011 yılının Eylül ayında Ankara’da Seçkin Yayınevinden çıktı[17].
Ülkemizde idarî yargı alanında yazılmış genel eserlerin sayısı oldukça azdır. Dolayısıyla Türkiye’de idarî yargı alanında bir genel eser niteliğinde bir kitaba ihtiyaç olduğu aşikardır. Bu açıdan bakıldığında İdarî Yargılama Hukuku alanında bir kitabın çıkması sevindirici olmuştur.
2011 yılının Ekim ayında Ramazan Çağlayan tarafından bana gönderilmiş kitabı Fakültedeki masamda görünce sevindim ve bu alandaki boşluğu dolduracağı ümidiyle yazara bir e-posta göndererek kendisini tebrik ettim. Ne var ki, kitabı inceleme imkânı bulunca büyük bir hayal kırıklığına uğradım. Zira aşağıda açıklayacağım gibi kitapta benim İdare Hukuku isimli kitabımdan yapılan alıntıların pek çoğunun kaynağının gösterilmediğini gördüm. Ramazan Çağlayan’a bir e-posta göndererek bu hususu bildirdim. Kendisi de beni nazikçe yanıtladı ve aramızda bu yönde birkaç e-posta değişimi oldu.
Önce yeni bir baskıda bu hataların düzeltilebileceği, eksik atıfların tamamlanabileceğini düşündüm. Ama kitabı daha yakından incelediğimde, yapılan alıntıları birebir karşılaştırdığımda, sorunun basit bir atıf eksikliği sorunu olmadığı, kitabın bazı bölümlerinin benim kitabımdan özetlenmiş olduğu sonucuna vardım. Bu nedenle de düzeltilmiş bir yeni baskı beklemeksizin, kitap hakkında bir eleştiri kitabı yazmaya karar verdim ve bu durumu da geçen 2011 yılının Kasım ayında Ramazan Çağlayan’a e-posta yoluyla bildirdim.
Şüphesiz bu satırları okuyan pek çok kişi böyle bir eleştiri kitabına gerek olmadığını düşünebilir. Ortada hukuka aykırı olarak yapılmış alıntılar var ise, yapılması gerekenin dava açmak olduğunu söyleyebilirler. Ben, vekilim aracılığıyla, bu kitaba karşı dava da açtım. Ancak bu davanın kaç yıl sonra sonuçlanacağını bilmiyorum. Kaldı ki böyle bir davanın, bu davayı kazanmış olsam bile, benim eser sahipliği konusunda ihlâl edilen manevî haklarımı telafi edebileceğini de sanmıyorum.
Kaynağı gösterilmeksizin yapılmış alıntı, basit bir hukuka aykırılık değil. Basit bir hukuka aykırılığın tamiri nispeten kolaydır. Örneğin sahibinin rızası olmadan ondan alınan bir taşınır mal, sahibine iade edilirse, sahibinin zararı büyük ölçüde giderilmiş olur. Ama bir kaynaksız alıntının yol açtığı ve yol açacağı zararın giderilebilmesi çok zor ve hatta imkânsızdır. Çünkü, kaynaksız alıntıların bulunduğu bir kitap kaç kişi tarafından okunmuş ise, o kadar kişiye sonradan ulaşıp, o kişilere okudukları cümlelerin o yazara değil, başka yazara ait olduğunun söylenmesi gerekir. Bir kitap binlerce adet basıyor. Değişik yerlerde binlerce kişi tarafından okunuyor. Keza kitabın pek çok nüshası kütüphanelerde saklanıyor. Bu nüshalar da bir gün yeni okuyucular tarafından okunuyor. Usûlsüz alıntı kurbanı bir yazarın eser sahipliği konusunda uğradığı zararının giderilebilmesi için, usûlsüz alıntı ürünü olan kitabı okuyan ve okuyacak olan bütün okuyuculara ulaşılması ve onlara okudukları cümlelerin gerçek sahibinin kim olduğunun söylenmesi gerekir ki, bu pratik olarak mümkün değildir.
Ama bir ölçüde de olsa ben Ramazan Çağlayan’ın İdarî Yargılama Hukuku kitabını okumuş olma ihtimali olan kişilere ulaşmak ve onlara “Ramazan Çağlayan’ın kitabında okuduğunuz fikirlerden şunlar, şunlar, Ramazan Çağlayan’ın fikri değil; benim fikrimdir” demek istiyorum. İşte bu kitap bunun için yazılmıştır.
Bu kitap 1000 adet bastırılacaktır. 700 adedi, kamu hukuku alanında çalışan ve Ramazan Çağlayan’ın kitabını okuma ihtimali olan öğretim üyelerine, araştırma görevlilerine ve hukuk fakültesi kütüphanelerine gönderilecektir. Diğer kısmı Ramazan Çağlayan’ın kitabını okumuş olan ve benden bu eleştiri kitabını isteyen okuyuculara ücretsiz olarak gönderilecektir. Keza bu kitabın bir online versiyonu da www.idare.gen.tr/caglayan-elestiri.htm adresine konulacaktır.
Bu şekilde Ramazan Çağlayan’ın benden usûlüne aykırı olarak aldığı cümleleri okuyan kişilerin hiç olmaz ise bazılarına, okudukları cümlelerin benim fikrimin ürünü olduğunu söylemiş olacağım. Ancak haliyle bu şekilde oldukça sınırlı sayıda kişiye ulaşmış olacağım. Ramazan Çağlayan’ın kitabını okuyan ve okuyacak olan herkese bu şekilde ulaşmam haliyle mümkün olamayacaktır.
Benim bu kitabı yazma amacım, kesinlikle Ramazan Çağlayan’a zarar vermek değildir. Ramazan Çağlayan, kanımca büyük bir hata içinde olmuş olsa da, nihayette bir meslektaşımdır. Kaldı ki, burada eleştirdiğim kitabını da kendisi bana göndermiştir. Keza kendisine kitabındaki usûlsüz alıntılar konusunda gönderdiğim e-postaları nazikçe yanıtlamıştır. Bu eleştiri kitabının Ramazan Çağlayan’a zarar verebileceğinden dolayı ben de üzülüyorum. Ama, bu eleştiri kitabı yayınlanmadan, Ramazan Çağlayan’ın kitabında benden yapılmış usûlsüz alıntıların neler olduğunu, Çağlayan’ın kitabını okuyan okuyuculara nasıl söyleyebilir ve bu iddiamı nasıl ispatlayabilirim?
Keşke, bunun bir başka yolu olsaydı. Keşke, Ramazan Çağlayan’ın kitabını okuyan her okuyucuya tek tek özel olarak ulaşmanın bir yolu olsaydı. Bu “keşke”leri çoğaltmak mümkün. Ama nihaî “keşke” şu: Keşke Ramazan Çağlayan’ın kitabında benden yapılmış usûlsüz alıntılar olmasaydı.
* * *
Bu kitap zevkle yazılmış bir kitap değildir; tersine üzüntüyle, sıkıntıyla ve endişeyle yazılmış bir kitaptır. Bu kitabı yazarken, zaman zaman “ben bu işi fazla mı abartıyorum”, “aşırıya mı kaçıyorum” soruları aklıma geldi. Benzer soruların pek çok okuyucunun da aklından geçeceğine hiç şüphem yok. Ama nihayette susmayı içime sindiremedim. Aksini düşünen okuyuculara, kendilerini benim yerime koymalarını ve aşağıda verilen 276 adet örnek usûlsüz alıntıyı okuduktan sonra, kendilerine şu soruyu sormalarını tavsiye ederim: “Ben Kemal Gözler’in yerinde olsaydım, ne yapardım?”
Ben bu eleştiri kitabıyla, bir babanın evladına sahip çıkması gibi, İdare Hukuku isimli kitabıma sahip çıkmaya çalışıyorum. İki ciltlik 2800 sayfalık bu kitabı yazabilmek için çektiğim zahmeti, katlandığım meşakkati bir ben bilirim. Bu kitap benim eserim. Bu kitapta ileri sürülen düşünceler benim düşüncelerim. Bu düşüncelerden bazılarının bir başkası tarafından sahiplenilmesine sessiz kalacak değilim.
* * *
Bu eleştiri kitabı Ramazan Çağlayan’ı üzebilecektir. Ne var ki, bu eleştiri kitabını yazarken ben de çok üzüldüm. Sinirlendim. Zevkle yazı yazan birisiydim. Hayatımda ilk kez yazmaktan nefret eder hâle geldim. Bu kitap benim 2011 yılının Kasım ayından 2013 yılının Nisan ayına kadar, tam bir buçuk yılımı aldı. Ben 2011 yılında yarım kalan, Hukukun Kırk Temel İlkesi başlığını vermeyi düşündüğüm yıllardır üzerinde çalıştığım “hukukun genel teorisi” kitabımı 2012 yılında tamamlayacaktım. Ramazan Çağlayan’ın kitabı yüzünden bu kitabı tamamlayamadım. Ramazan Çağlayan’ın bu kitabı yüzünden sadece benim İdare Hukuku kitabım usûlsüz alıntılara kurban gitmedi; bir buçuk yılım da heba oldu.
Çok güzel iktisat kitapları yazmış olan ve kitapları maalesef intihale kurban giden tecrübeli bir meslektaşım, yıllardan beri intihalle mücadele etmeyi bıraktığını söylüyor. Bu mücadeleden yılmış. Artık kitaplarının intihale kurban gidip gitmemesiyle ilgilenmiyor. İntihalle mücadele etmek yerine kendini yeni kitaplar yazmaya vermiş. Belki en doğrusunu yapıyor.
Belki benim de bunu yapmam, kendi işime bakmam en doğrusu olacaktı. Bir buçuk yılım heba olmayacak, sinirlerim gerilmeyecek ve dahası yeni kitaplarım olacaktı. Özellikle de pek çok kişiye söz verdiğim “Hukukun Kırk İlkesi” isimli kitabımı belki bitirebilecektim. Ama ben bunu yapamadım. Göz göre göre susmayı içime sindiremedim.
Ramazan Çağlayan’ın kitabındaki benden yapılmış usûlsüz alıntıları görmezden gelmek, belki kendi menfaatime en uygun çözüm olacaktı. Aslında Ramazan Çağlayan’ın yaptığı bu usûlsüz alıntıları baştan bir süre unutmaya çalıştım. Ama unutamadım. Kendi emeğimin, kendi beynimin ürünü olan düşüncelerin bir başkası tarafından sahiplenilmesini hazmedemedim. Uykularım kaçtı.
Burada şunu özellikle belirtmek isterim ki, bu eleştiri kitabını sadece benden yapılmış usulsüz alıntıları hazmedemediğim için değil, aynı zamanda böyle bir kitap yazıp, usûlsüz alıntıları akademik kamuoyuna açıklamanın doğru ve gerekli olduğunu düşündüğüm için de yazdım. Her gün arabaların çalındığı bir ülkede araba sahibi olmanın bir anlamı yoktur. Aynı şekilde usûlsüz alıntıların yaygın olduğu ve meşru görüldüğü bir ülkede kitap yazmanın da bir anlamı yoktur. Yazdığınız cümleleri gelecek yıl bir başka kitapta bir başka yazarın cümleleri olarak okuyacaksanız, bu cümleleri yazmanızın ne gibi bir anlamı olabilir? Usûlsüz alıntı yapmanın yaygın olduğu bir akademik ortamda bir kitabı usûlsüz alıntılara karşı korumak, en az bu kitabı yazmak kadar önemlidir.
Dahası usûlsüz alıntılar konusunda susmak bir işe yaramıyor. Usûlsüz alıntı ile mücadele edilmedikçe, usûlsüz alıntı yapan kişiler bundan vazgeçmiyor. Bunun en güzel örneğini Ramazan Çağlayan’ın diğer iki kitabı oluşturuyor:
Ramazan Çağlayan’ın ilk baskısı 2005 yılında Ankara’da Asil Yayınevinden, ikinci baskısı 2006 yılında aynı yer ve aynı yayınevinden üçüncü baskısı Ankara’da Dinamik Akademi Yayınevinden 2011 yılında çıkan İdare Hukuku ve İdarî Yargılama Hukuku isimli kitabında da benim İdare Hukuku Dersleri (Bursa, Ekin, 10. Baskı, 2010) isimli kitabımdan yapılmış yığınla kaynağı gösterilmemiş alıntı var. Ben bu kitap hakkında 2013 yılının mart ayında bir eleştiri kitabı yayınladım[18]. Eğer bu eleştiri kitabını, 2011’de veya daha önce yayınlamış olsaydım, Ramazan Çağlayan, burada eleştirdiğim İdarî Yargılama Hukuku isimli kitabında benden usûlsüz alıntı yapmaya cesaret edemezdi.
Diğer bir örnek: Ramazan Çağlayan’ın 2007 yılında yayınladığı ve kendisinin doçentlik çalışması olduğunu sandığım İdarenin Kusursuz Sorumluluğu (Ankara, Asil, 2007) isimli kitabında da benim İdare Hukuku isimli kitabımdan yapılmış pek çok usûlsüz alıntı var. Bu alıntılara aşağıda dördüncü bölümde örnek verilmiştir (bkz. s.635-663). Ramazan Çağlayan’ın İdarenin Kusursuz Sorumluluğu isimli kitabındaki usûlsüz alıntılarla zamanında mücadele etseydim, belki Ramazan Çağlayan 2011 yılında İdarî Yargılama Hukuku isimli kitabında benden usûlsüz alıntılar yapmaya cesaret edemez ve böylece İdare Hukuku isimli talihsiz kitabımın başına gelen şey bugün gelmemiş olurdu.
Ramazan Çağlayan, burada eleştirdiğim İdarî Yargılama Hukuku başlıklı bu kitabının Şubat 2012’de bir de ikinci baskısını yaptı. Ramazan Çağlayan’ın bu ikinci baskıda, birinci baskıda olan bazı atıf eksikliklerini tamamladığı görülmektedir. Diğer yandan Ramazan Çağlayan söz konusu ikinci baskıda, benim kitabımdan olduğu gibi aldığı plânları, başlıkları değiştirerek veya sıralarını karıştırarak farklı hale getirmeye çalışmış. Farklı hâle getiremediği bazı yerlerde de o kısmı ikinci baskıya almamış. İkinci baskı konusundaki gözlemlerim aşağıda üçüncü bölümde ayrıca verilmiştir (bkz. s.595-675). Ancak hemen şunları söylemek isterim:
1. Ramazan Çağlayan ikinci baskıda yaptığı düzeltmeleri benim uyarım üzerine yapmıştır. Dolayısıyla ortada Ramazan Çağlayan’ın faal nedameti yoktur. Nitekim Ramazan Çağlayan, benzer usulsüz alıntı örneklerinin bulunduğu İdarenin Kusursuz Sorumluluğu isimli kitabının bir ikinci baskısını yapıp, usûlsüz alıntıları düzeltmeye bu kitap çıkalı altı yıl olmasına rağmen teşebbüs etmemiştir. Herhalde Ramazan Çağlayan, bu kitabın ikinci baskısını çıkarıp, usûlsüz alıntı mahsulü paragrafları düzeltmek için benim kendisine karşı dava açmamı bekliyor.
2. Ramazan Çağlayan’ın kitabının ikinci baskısı benim birinci baskı hakkında aşağıda dile getirdiğim iddiaların “tevil yoluyla ikrarı”ndan başka bir şey değildir. Bu hususun açıklanması için aşağıda Bölüm 5’e bakılabilir.
3. Aşağıda üçüncü bölümde verilen bazı örneklerde de görüleceği gibi, ikinci baskı düzeltilmiş de olsa, ikinci baskıda hâlâ usûlsüz alıntılar vardır. Özellikle FSEK, m.35/1, b.1’de öngörülen iktibasın “bazı cümle ve fıkralar ile sınırlı olması şartı” ve FSEK, m.35/1, b.3’te öngörülmüş olan “iktibasın maksadın haklı göstereceği nispet dahilinde ve münderacatını aydınlatmak maksadıyla yapılması şartı” açısından ikinci baskıda da en az birinci baskıda olduğu kadar hukuka aykırı alıntı vardır.
Aslında ikinci baskı hakkında da, birinci baskı hakkında yazdığım bu eleştiri kitabıyla aynı uzunlukta, usulsüz alıntıları tek tek örnekleriyle gösterildiği bir ikinci eleştiri kitabı yazmam lazım. Ama artık bunu yapmaya sinirlerim elvermiyor.
Ben Ramazan Çağlayan’ın kitabı hakkında eleştiri kitabımı bitirmeye çalışırken Ramazan Çağlayan, benden daha çalışkan çıktı ve kitabının ikinci baskısının çıkmasından 11 ay sonra Ocak 2013’te kitabının üçüncü baskısını çıkardı. Hayretle gördüm ki, kitabının birinci ve ikinci baskısında dipnotlarında bana yaptığı bütün atıfları kitabının üçüncü baskısında çıkarmış. Keza kitabın bibliyografyasından da benim adımı silmiş.
Ramazan Çağlayan’ın kitabının ikinci baskısında benim kitabımdan yararlanarak yazdığı sayfalarda bana yapılmış yüzlerce atıf vardır. Mesela:
- Ramazan Çağlayan’ın kitabının ikinci baskısının 334 ilâ 350’inci sayfaları arasında yer alan “İptal Davasının Konusu” başlıklı 16 sayfalık kısımda yapılmış tam 47 adet atıf vardır. Sayfa başına bana yapılan ortalama atıf sayısı 3’tür. Aynı başlıklı kısım Ramazan Çağlayan’ın kitabının üçüncü baskısında (s.325-344) vardır; ama bu kısımda bana yapılan tek bir atıf dahi yoktur.
- Ramazan Çağlayan’ın kitabının ikinci baskısının 366 ilâ 411’inci sayfalar arasında yer alan “İptal Davası İptal Sebepleri” başlıklı 45 sayfalık bölümde bana yapılmış tam 140 adet atıf vardır. Sayfa başına ortalama atıf sayısı 3’tür. Aynı başlıklı kısım Ramazan Çağlayan’ın kitabının üçüncü baskısında (s.359-408) vardır; ama bu kısımda bana yapılan tek bir atıf dahi yoktur.
- Ramazan Çağlayan’ın kitabının ikinci baskısının 488 ilâ 577 sayfaları arasında yer alan “Tam Yargı Davasında Sorumluluk Esasları” başlıklı 89 sayfalık kısımda bana yapılmış 370 adet atıf vardır. Sayfa başına bana yapılan ortalama atıf sayısı 4’tür. Aynı başlıklı kısım Ramazan Çağlayan’ın kitabının üçüncü baskısında (s.482-566) vardır; ama bu kısımda bana yapılan tek bir atıf dahi yoktur.
Bu kısımlarda Ramazan Çağlayan’ın kitabının ikinci baskısında kendisine en çok atıf yapılan yazar benim. 150 sayfalık bu kısımda Ramazan Çağlayan bana 550 küsur atıf yapmaktadır. Kitabının ikinci baskısında bulunan 550 adet atıf, Ramazan Çağlayan’ın kitabının üçüncü baskısında buharlaşmıştır.
Şüphesiz bir yazar değer verdiği yazara atıf yapar; değer vermediği yazara atıf yapmaz. Bu kendisinin bileceği bir şeydir. Ama Ramazan Çağlayan’ın şu soruya cevap vermesi gerekir: Ne oldu da 11 ay sonra yaptığı üçüncü baskıdan bu 550 adet atıfı çıkarma ihtiyacını hissetti?
Okuyucuya bunun cevabını ben vereyim: Çünkü Ramazan Çağlayan’a karşı açtığım davada Ramazan Çağlayan’ın birinci baskıda benden kaynağını göstermeden yaptığı bazı alıntıların kaynağını ikinci baskıda göstermiş olmasını, birinci baskıdaki bazı alıntıların usûlsüz olarak yapıldığını ispatlamak için delil olarak ileri sürdüm ve Ramazan Çağlayan’ın kitabının ikinci baskısında bana yaptığı atıfların aslında birinci baskıya ilişkin iddialarımın tevil yoluyla ikrarı anlamına geldiğini iddia ettim. Bu iddiama, Ramazan Çağlayan, kitabının üçüncü baskısında ikinci baskısında bana yapmış olduğu 550 küsur atıfı bir çırpıda çıkararak cevap vermiş oldu.
Böyle bir değişiklikle Ramazan Çağlayan hukukî sorumluluktan kurtulabilir mi, onu haliyle ben bilemem. Ama ahlakî sorumluluktan kurtulabilmesi için Ramazan Çağlayan’ın şu sorulara cevap verebilmesi gerekir: On bir ay önce yüzlerce atıf yaptığı bir yazara olan atıfları niçin şimdi çıkarmıştır? Ramazan Çağlayan on bir ay önce bu yazarı değerli bulurken, şimdi bu yazarın değersiz olduğuna mı kanaat getirmiştir?
Dahası Ramazan Çağlayan’ın kitabının ikinci baskısında dipnotlarda bana yüzlerce atıf yaptığı gibi ikinci baskının “Önsöz”ünde benim adımı şu şekilde zikretmektedir[19]:
Yazdığı kitabın önsözünde bana “minnettarlığını” ifade eden bir yazar, nasıl oluyor da, on bir ay sonra kitabının yeni baskısında bana yaptığı 550 adet atıfı bir çırpıda çıkarabiliyor?
Bilimsel araştırma ve yayın alanında “hukuka aykırılık” ile “etik ihlal” kavramları arasındaki farkın ne olduğu zaman zaman tartışılır. Bu iki kavram çoğunlukla örtüşür. Bir yazarın kitabının ikinci baskısında bir yazara yaptığı yüzlerce atıfı kitabının bir yıl dolmadan yaptığı üçüncü baskısından çıkarması hukuka ayrılık teşkil eder mi orasını bilmem; ama her halükarda ciddi bir etik sorun oluşturur. Ramazan Çağlayan’ın üçüncü baskıdan bu 550 adet atıfı çıkarması bilimsel yayın etiği konusunda çok ilginç bir örnek olacaktır.
* * *
Peki ama Ramazan Çağlayan nasıl olup da, bu 550 küsur atıfı üçüncü baskıdan tek tek çıkarabilmiştir? Atıfı çıkarırken, kaynaksız alıntı yapıyor olma durumuna düşmekten korkmamış mıdır? Bu soruya cevap verebilmek için, üçüncü baskı hakkında da bir eleştiri kitabı yazarak, ikinci baskıda kaynağını göstererek benden aldığı 550’den fazla paragrafın üçüncü baskıda karşılığı olan paragrafları tek tek bulup, ikinci baskıdaki bu paragraflar ile üçüncü baskıdaki bunların karşılığı olan paragrafları mukayese etmek gerekir. Ancak böyle bir kitap için benim bir yıl daha çalışmam ve en az 500 sayfalık bir eleştiri kitabı yazmam gerekecek. Bunu yapacak artık enerjim yok. Sinirlerim de buna müsaade etmiyor. Ama ben üçüncü baskıyı da neticede inceledim. Ramazan Çağlayan’ın ikinci baskıda bana atıfla aldığı paragraflar ile ilgili olarak üçüncü baskıda yaptığı değişiklikler hakkında şunları söyleyebilirim:
Çoğunlukla Ramazan Çağlayan, ikinci baskıda bana atıfla aldığı paragrafları, üçüncü baskıda kelimeleri değiştirerek yeniden kaleme almış ve bana da ikinci baskıda yaptığı atıfı yapmamıştır. Böylece Ramazan Çağlayan alıntılanan cümlelerdeki kelimeleri değiştirerek, alıntının benden yapılmış olduğunu gizlemeye çalışmıştır. Aşağıda Bölüm 2’de 276 adet örnekte[20] görüleceği gibi birinci baskıdaki alıntıların benden yapılmış olduğu çok kolay bir şekilde ispatlanabiliyor. Ben Ramazan Çağlayan’ın cümlesini ve benim cümlemi alt alta veriyorum ve genellikle şu tespiti yapıp şu soruyu soruyorum: “Görüldüğü gibi 25 kelimelik bir cümlenin 23 kelimesi Ramazan Çağlayan’da ve bende aynı. Rastlantı sonucu bu oranda bir benzerlik olabilir mi?” Artık üçüncü baskıdaki alıntıların benim kitabımdan yapılmış olduğunu kanıtlamak bu kadar kolay olmayacak. Üçüncü baskıda alıntının benden yapılmış olduğunu ispatlamak zorlaşmış olsa da, Ramazan Çağlayan’ın kitabının üçüncü baskısında da benim kitabımdan yapılmış yığınla alıntı vardır.
Zira bir “aynen alıntı”dan birkaç kelimeyi değiştirerek o alıntıyı “mealen alıntı”ya dönüştürmüş olursunuz; ama o alıntıyı “alıntı” olmaktan çıkarmış olmazsınız. Değişik kelimelerle ifade ediliyor olsa da, ifade edilen düşünce aynı düşünce ise ortada yine bir “alıntı” vardır. Alıntı pek çok kişinin sandığı gibi, sadece cümlelerin, kelimelerin aktarılmasından ibaret bir şey değil, aynı zamanda bu kelimelerle, bu cümlelerle dile getirilen bilginin veya düşüncenin aktarılmasıdır. Siz bir bilgi veya düşünceyi kendiniz bulmamış iseniz, bir yazardan alıyor iseniz, bu bilgi veya düşünceyi hangi kelimelerle ifade ederseniz edin, isterseniz alıntı yaptığınız yazarın kullandığı kelimelerinin tekini dahi kullanmayın, ortada yine bir alıntı vardır ve bu alıntının kaynağının gösterilmesi gerekir. Bu öylesine apaçık bir şeydir ki, yabancı dildeki bir metinden alıntı yapılırken o metnin yazıldığı yabancı kelimelerin hiçbiri kullanılmaz; onların yerine Türkçe kelimeler kullanılır. Ama bu kelimelerle ifade edilen bilgi veya düşünce aynı olduğu için, aktarılan bu bilgi veya düşünce de bir alıntıdır ve bu alıntının kaynağı olan yabancı esere atıf yapmak gerekir. Alıntı bir bilgi veya düşüncenin aktarılması meselesidir; bu bilgi veya düşüncenin ifade edildiği dilin aktarılması meselesinden ibaret değildir. Diğer bir ifadeyle, alıntı sadece şekil değil, aynı zamanda bu şekil ile dile getirilen içeriktir.
Ramazan Çağlayan’ın kitabının üçüncü baskısında anlayamadığı şey de tamı tamına budur. Ramazan Çağlayan kitabının üçüncü baskısında da, birinci ve ikinci baskıda olduğu gibi, benim fikirlerimi aktarmakta, ama üçüncü baskıda bu fikirleri benim kullandığım kelimeleri değiştirerek ifade etmekte ve böylece kaynak gösterme yükümlülüğünden kurtulmuş olduğunu sanmaktadır. Kelimeler değişmiş olsa da, içerikteki bilgi ve düşünce aynı bilgi ve düşünce oldukça ortada alıntı vardır ve bana atıf yapması gerekir.
Ne demek istediğimi somut bir örnek üzerinden göstereyim:
Türk doktrininde ilk defa ben “yokluk” kavramını ikiye ayırdım ve bunlara ayrı isimler verip inceledim (Gözler, İdare Hukuku, op. cit., 2003, c.I, s.879-890). Yine ilk defa ben, Türk doktrininde benden önce yokluğun iki türü arasında ayrım yapılmadığını gözlemledim ve bunun karışıklığa yol açtığını yazdım (Ibid., c.I, s.898). Buna rağmen, Ramazan Çağlayan, ilk defa benim yaptığım bu tespiti sanki kendisi yapmış gibi kitabının birinci baskısında bana atıf yapmadan aşağıdaki şekilde verdi:
Çağlayan, İdarî Yargılama Hukuku, BİRİNCİ BASKI, 2011, s.571:
Kendisini uyarmam sonucunda Ramazan Çağlayan, kitabının ikinci baskısında bu hatasını düzeltti ve aşağıda görüleceği gibi (“yokluğun iki türü arasında ayrım yapılmamaktadır” cümlesinin) sonunda bana atıf yaptı.
Çağlayan, İdarî Yargılama Hukuku, İKİNCİ BASKI, 2012, s.595:
Ancak Ramazan Çağlayan ikinci baskıdan onbir ay sonra çıkardığı kitabının üçüncü baskısından, ikinci baskıda (s.595, dipnot 45) bulunan bu atıfı sildi. Üçüncü baskıdaki cümleyi aşağıya olduğu gibi koyuyorum:
Çağlayan, İdarî Yargılama Hukuku, ÜÇÜNCÜ BASKI, 2011, s.580:
Türk hukukunda yokluğun iki türü arasında ayrım yapılmadığı tespitini ilk defa 2003 yılında ben yaptım. Bu tespiti ilk defa Ramazan Çağlayan yapmış değildir. Nitekim Ramazan Çağlayan, kitabının ikinci baskısında bu tespiti benden aktardıktan sonra bana atıf (s.595, dipnot 45) yaparak benim hakkımı teslim etmişti. Oysa bu tespit, değişik bir ifadeyle de olsa Ramazan Çağlayan’ın kitabının üçüncü baskısında da bulunmaktadır (s.580, ilk paragraf). Dolayısıyla bu tespiti verirken, Ramazan Çağlayan’ın, ikinci baskıda olduğu gibi, üçüncü baskıda da bana atıf yapması gerekirdi. Ama Ramazan Çağlayan üçüncü baskıda bana atıf yapmamıştır. Dolayısıyla ortada kaynak göstermeksizin yapılmış bir alıntı vardır.
Türk doktrininde 2003’ten önce yokluğun iki türü arasında ayrım yapılmadığı tespiti benim fikri eserimdir. Bu tespiti, Ramazan Çağlayan hangi kelimelerle kaleme alırsa alsın, ortada yine bir alıntı vardır ve bana atıf yapması gerekir. Yukarıda açıkladığım gibi alıntı, sadece dil sorunu değil, aynı zaman da içerik sorunudur. İlk defa benim yaptığım bir tespiti, benim kelimelerimi kullanmadan ifade etseniz, hatta Türkçe olarak değil, İngilizce olarak ifade etseniz bile bana atıf yapmanız gerekir.
Dahası ilave edelim: Türk doktrininde yokluğun iki türü arasında ayrım yapılmadığı tespiti, 2013 yılı itibarıyla, artık doğru bir tespit de değildir. Ben bu tespiti 2003 yılında yaptım. O zaman için, yani benim kitabımın yayınlanmasından önce, Türk doktrininde yokluğun iki türü arasında bir ayrım yapılmadığı tespiti doğru bir tespitti. Ama ben bu tespiti yapıp, söz konusu kitapta (İdare Hukuku, op. cit., 2003, c.I, s.879-890) yayınlayınca, Türk idare hukuku doktrininde böyle bir ayrım yapılmış oldu. Dolayısıyla 2013 yılında Ramazan Çağlayan’ın çıkıp, Türk idare hukuku doktrininde yokluğun iki türü arasında bir ayrım yapılmadığını yazması içerik bakımından yanlış bir bilgidir. Yanlışlık, Ramazan Çağlayan’ın 2013 yılında bu bilgiyi yazarken, bu bilgiyi 2003 yılındaki kitaptan aktarıyor olmasından kaynaklanmaktadır. Ramazan Çağlayan’ın içine düştüğü kronolojik tutarsızlık, bir yazar olarak kendi dilini değil, aktardığı yazarın dilini kullanıyor olmasından doğmaktadır.
Ramazan Çağlayan, yukarıdaki örnekte gösterildiği gibi, alıntılanan paragraflarda bir takım ifade değişiklikleri yapmış ve muhtemelen bu şekilde kaynak gösterme yükümlülüğünden kurtulmuş olduğunu sanarak, ikinci baskıda bana olan atıfları üçüncü baskıdan çıkarmıştır. Oysa kaynağı gösterilmesi gereken alıntılar, kitabının üçüncü baskısında farklı kelimelerle ifade edilmiş olsalar da aynen durmaktadır. Tekrarlayalım: Alıntının konusu, sadece bir dilsel yapı değil, bir bilgi ve düşüncedir. Bir bilgi veya düşünce bir yazardan aktarılıyor ise, hangi kelimelerle aktarılırsa aktarılsın, bilgi ve düşünce aynı kaldıkça ortada bir alıntı vardır ve bunun kaynağının gösterilmesi gerekir.
Bazı durumlarda da Ramazan Çağlayan, ikinci baskıda kaynağını göstererek benden yapmış olduğu bazı alıntıları kitabının üçüncü baskısından olduğu gibi çıkarmıştır. Bunun sebebi muhtemelen söz konusu alıntıları değişik bir şekilde kaleme alamamış olmasıdır.
Daha ileri giderek şunu söylemek isterim: Alıntı bir bilgi veya düşüncenin aktarılmasıdır. Bir yazarın kurgusu, bir yazarın plânı, bir yazarın uslûbu kaynak gösterilerek dahi alınamaz. Aşağıda Bölüm 2’de pek çok örnekte ayrıntılarıyla açıklandığı gibi Ramazan Çağlayan’ın İdarî Yargılama Hukuku isimli kitabının benim eleştirdiğim bölümlerinin plânı, kurgusu ve hatta üslûbu benim kitabımdan alınmadır. Ramazan Çağlayan kitabının ikinci ve üçüncü baskısında benim kitabımla olan plân benzerliklerini olabildiğince gizlemeyle çalışmıştır. Pek çok başlığı değiştirmiş, pek çok başlığı atmış, pek çok başlığı tek bir başlık altında toplamıştır. Plândaki bu görsel farklılıkların dışında, gerek ikinci baskıda, gerekse üçüncü baskıda ilgili kısımların plânı, kurgusu ve üslûbu hâlâ benim plânım, kurgum ve üslubumdur. Ne var ki, 30 kelime üzerinden 28 kelimenin aynı olduğu bir metnin alıntı olup olmadığının tartışıldığı bir ülkede, Ramazan Çağlayan’ın benim kurgumu ve üslûbumu da aldığını iddia etmem ispatı imkânsız ve lüks bir iddia olarak kalacaktır.
* * *
Ramazan Çağlayan’ın gerek alıntı usûllerine aykırı olan, gerekse içerik olarak yanlış olan bu bilgiyi içeren bir kitapla 2013 yılında profesör olabilmesi üzücüdür.
* * *
Yukarıda açıkladığım gibi, Ramazan Çağlayan İdarî Yargılama Hukuku isimli kitabının her baskısında çok önemli değişiklikler yaptı. İkinci baskıda bana yapmadığı atıfları çok büyük ölçüde yaptı. Ben birinci baskıda kaynağı gösterilmemiş alıntıların ikinci baskıda kaynağının gösterilmesinin benim birinci baskıya ilişkin kaynaksız alıntı iddiamı doğruladığını ileri sürünce, bu sefer Ramazan Çağlayan kitabının üçüncü baskısından bana yaptığı bütün atıfları çıkardı. Ama bu durumda da Ramazan Çağlayan’a şu soruyu sormam gerekecek: Madem üçüncü baskıda olduğu gibi bana atıf yapmak gereksizdi, ikinci baskıda aynı konuları benzer paragraflar ile işlerken neden bana 550 küsur atıf yapma gereği hissettiniz?
Sanıyorum Ramazan Çağlayan’ın kitabında yapacağı değişiklikler bundan ibaret kalmayacaktır. Ramazan Çağlayan çok yakında kitabının dördüncü baskısını da çıkaracaktır. Ancak bunun için, benim Ramazan Çağlayan’ın kitabının üçüncü baskısı hakkında da dava açmam veya bir eleştiri kitabı yazıp somut örnekler üzerinden, Ramazan Çağlayan’ın kitabın ikinci baskısında bana atıf yaparak aldığı alıntıların, ifade ediliş biçimleri değişmiş de olsa, çok büyük ölçüde hâlâ kitabın üçüncü baskısında da bulunduğunu göstermem gerekecek. Eğer bunu yaparsam, Ramazan Çağlayan muhtemelen kısa bir süre sonra kitabının dördüncü baskısını yapacak ve dördüncü baskıdan kitabının benden yararlanarak yazdığı “İptal Davasının Konusu”, “İptal Davası İptal Sebepleri” ve “Tam Yargı Davasında Sorumluluk Esasları” başlıklı kısımları olduğu gibi çıkaracaktır.
Ramazan Çağlayan’ın yaptığı bu değişikliklerin kendisini hukukî sorumluluktan kurtarıp kurtaramayacağını bilemem. Ama bu yönde yaptığı her değişiklik, kendi ahlakî sorumluluğunu pekiştirmekte, yaptığı her yeni baskı kendisini içinden çıkılmaz etik çelişkiler içine sürüklemektedir.
Burada ayrıca şunu da belirtmek isterim ki, ülkemizin en büyük yayınevlerinden birisi olan Seçkin Yayınevi de artık saygın bir şekilde davranıp, Ramazan Çağlayan’ın kitaplarında altı ayda, onbir ayda yaptığı bu değişikliklerin masum değişiklikler olmadığını anlamalı ve etik olarak problemli bu yeni baskıları yapmaktan vazgeçmelidir.
* * *
Ramazan Çağlayan’ın kitabının üçüncü baskısına yazdığı önsözde, “eserinin kısa zamanda üçüncü baskıya” ulaştığını not etmekte ve “kitabın üçüncü baskısıyla huzurundayız. Güzel Türkçemizde ‘marifet iltifata tabidir’ şeklinde güzel bir söz bulunmaktadır” diye yazmaktadır[21]. Gerçekten de Ramazan Çağlayan’ın kitabının ilk baskısı Eylül 2011’de üçüncü baskısı Ocak 2013’te çıkmıştır. Yani kitap 16 ayda üç baskı yapmıştır. Ben kitabın gerçekten baskısı bittikten sonra mı yeni baskı yaptığını, yoksa Ramazan Çağlayan’ın bir önceki baskıdaki hataları düzeltmek için mi kitabının mevcut baskısı tükenmeden yeni baskısını çıkardığını bilmiyorum. Ama dediği gibi kitap, gördüğü iltifat nedeniyle yeni baskılar yapmış ise, bu durum, ülkemizdeki akademik ciddiyetin seviyesini göstermesi açısından fevkalade üzücüdür. Yığınla usûlsüz alıntının bulunduğu bir ders kitabının meslektaşlarımız tarafından öğrencilerine tavsiye edilmesi ve bu kitabın 16 ayda üç baskı yapması beni Türk üniversite camiasının bir mensubu olmaktan utandırıyor.
Belki bazı iyi niyetli okuyucular, Ramazan Çağlayan’ın bu kitapta örneklerini gösterdiğim alıntı hatalarının kasten değil, sehven yapılmış hatalar olduğunu düşünebilir. Hata insana mahsus. Şüphesiz her yazar yaptığı bazı alıntıların kaynağını göstermeyi şu ya da bu sebeple unutabilir. Bu her yazarın başına gelebilecek mazur görülmesi gereken bir şeydir. Ama böyle bir şey, bir alıntı için olur, iki alıntı için olur, üç alıntı için olur; bilemediniz beş alıntı için olur. Yüzlerce alıntı için olmaz.
Burada şu hususun altını çizmek isterim: Bir yazarın diğer bir yazardan usûlsüz alıntı yapıp yapmadığı hususu, haliyle bir kitaptan cımbızla çekip alınan bir veya iki paragraf üzerinden ispatlanamaz XE "ispatlanamaz" . Usûlsüz alıntı sorunu için asıl anlamlı olan şey, kaynağının gösterilmesinin şu ya da bu sebepten unutulmuş olan bir iki alıntıdan ziyade, usulsüz alıntıların ard arda, sistemli bir şekilde devam etmesidir. Okuyucu benim aşağıda Bölüm 2’de verilen 276 adet örnekte, Ramazan Çağlayan’dan kitabından usûlsüz alıntı örneği olarak seçtiğim cümlelerin veya paragrafların cımbızla seçilmiş cümleler veya paragraflar olduğunu sanmamalıdır.
Aşağıda Bölüm 2’de verilen 276 adet örnek incelenirse görülecektir ki, bu alıntıların ezici çoğunluğu birbiriyle ardışık bir şekilde gitmektedir. Bu alıntılardan bazen üçü dördü Ramazan Çağlayan’ın kitabının aynı sayfasında bulunmaktadır. Bu husus, bu alıntılardaki usûlsüzlüğün, bir hatadan değil, sistemli ve bilinçli bir tutumdan kaynaklandığını gösterir.
Örneğin aşağıda Bölüm 2, Örnek 47, 48, 49 ve 50’de verilen dört alıntı Çağlayan’ın kitabının aynı sayfasından (İdarî Yargılama Hukuku, op. cit., s.308) alınmadır. Diğer bir örnek: Bölüm 2, Örnek 92, 93, 94 ve 95’te verilen alıntılar Ramazan Çağlayan’ın kitabının aynı sayfasından (Ibid., s.341) alınmadır. Üstelik bu örneklerde verilen paragrafların geçiş sırası benim kitabımdaki (İdare Hukuku, op. cit., c.I, s.768-770) geçiş sırasıyla XE "geçiş sırasıyla" aynıdır. Yani Ramazan Çağlayan benim kitabımın ilgili kısmını paragraf paragraf özetlemektedir. Bir başka örnek: Bölüm 2, Örnek, 235, 236, 237 ve 238’de verilen paragraflar Ramazan Çağlayan’ın kitabının aynı sayfasında (op. cit., s.523) bulunmaktadır ve ard arda yer almaktadır. Yani Ramazan Çağlayan’ın kitabının 523’üncü sayfasının üçüncü, dördüncü beşinci ve altıncı paragrafları benden alınmadır. Ve üstelik bu paragrafların sırası benim kitabımdaki (op. cit., c.II, s.1179-1181) aynı sırayla gitmektedir. Bu örnekler Ramazan Çağlayan’ın sehven değil, sistemli olarak benden usulsüz alıntı yaptığını göstermektedir.
Diğer yandan belirtmek isterim ki, “sehven yapılmış hata” argümanı, kaynaksız alıntılar için geçerli olabilecek bir argümandır. Aşağıda Bölüm 2’de verilen 276 adet örneğin bir kısmı kaynaksız alıntı değil, yanlış kaynak gösterilerek yapılmış alıntılardır. Bu tür alıntılardaki usulsüzlük için bu usûlsüzlük “sehven” olmuş demek mantıken mümkün değildir. Örnek olarak aşağıda Bölüm 2, Bölüm 2, Örnek 1, 2, 8, 9, 15, 17, 23, 24, 26, 27, 28, 39, 45, 48, 53, 57, 58, 59, 60, 64, 66, 67, 73, 74, 77, 82, 87, 90, 93, 94, 95, 96, 98, 99, 101, 102, 107, 108, 109, 110, 112, 114, 117, 118, 120, 121, 123, 126, 129, 130, 132, 133, 134, 135, 138, 142, 147, 103, 104, 105, 106, 148, 152, 160, 161, 165, 167, 168, 170, 171, 172, 177, 178, 179, 180, 182, 183, 187, 188, 189, 190, 196, 197, 198, 199, 200, 201, 204, 205, 206, 207, 208, 210, 211, 213, 219, 220, 221, 222, 223, 224, 226, 228, 229, 231, 232, 233, 235, 236, 238, 239, 242, 243, 244, 245, 246, 247, 248, 252, 253, 254, 255, 256, 257, 258, 259, 260, 263, 264, 265, 268, 271, 272, 273, 274, 276’ya bakılabilir. Bu örneklerde alıntı gerçekte benden yapılmış olmasına rağmen, Ramazan Çağlayan bana değil, başka yazarlara atıf yapmaktadır. Nasıl olacak da, bir yazar, dipnotta benim adımı silip yerine bir başka yazarın adını sehven yazacaktır? Dipnotta benim adımı silip, bir başka yazarın adını yazmak ancak bilinçli ve kasten yapılabilecek bir şeydir.
Diğer yandan Bölüm 2’de verilen 276 adet örneğin bir kısmı kaynaksız alıntı değil, aldatıcı mahiyette kaynak gösterilerek yapılmış alıntılardır. Bu örneklerde alıntı gerçekte sadece benden yapılmış olmasına rağmen, dipnotta benim adımın yanında (ve çoğunlukla benim adımdan önce) başka yazarlara (bazen başka bir, bazen iki, bazen üç, bazen dört ve bazen sekiz! yazara) daha atıf yapılmıştır. Bu konuda örnek olarak aşağıda Bölüm 2, Örnek 3, 4, 5, 6, 7, 42, 43, 51, 52, 54, 58, 68, 79, 87, 92, 100, 115, 116, 122, 124, 128, 131, 136, 137, 149, 150, 151, 153, 156, 158, 159, 166, 201, 212, 220, 238, 240, 241, 247, 249, 251, 252, 263’e bakılabilir. Bu tür alıntılardaki hata için “sehven oldu argümanı” haliyle geçerli olabilecek argüman değildir. Alıntı sadece benden yapıldıktan sonra, nasıl olup da daha dört beş yazarın adı sehven yazılacaktır?
Ramazan Çağlayan İdarî Yargılama Hukuku isimli kitabının ikinci baskısına yazdığı “Önsöz”de kitabının birinci baskısında bazı hataların olduğunu kabul ediyor ve bunları “acelecilik” ve “zaman yokluğu” ile açıklamaya çalışıyor. Örneğin ikinci baskının Önsözünün bir yerinde şöyle yazıyor[22]:
Ben Ramazan Çağlayan’ın ikinci baskıya yazdığı önsözü ayrıntılarıyla aşağıda “İkinci Baskı Hakkında Gözlemler” başlıklı Dördüncü Bölümde inceleyeceğim. Ramazan Çağlayan’ın İkinci Baskının Önsözünde ileri sürdüğü argümanların doğruluğu hakkında oraya bakılabilir (infra, s.595-605). Ancak bu “acelecilik” ve “zamansızlık” konusunda şimdiden bir iki şey söylemek isterim:
“Acelecilik” Hakkında.- Ramazan Çağlayan önsözün bir başka yerinde de “kitap içinde… kimisi acelecilikten… intaç eden bir çok hata bulunduğun”dan bahsetmektedir. Atıf eksikliğine acelecilik yol açmış olabilir. Yani Ramazan Çağlayan ana metindeki cümleleri benim kitabımdan almıştır, ama işi acele olduğu için bunların kaynağını dipnotta göstermekle zaman yitirmemiştir. Belki de Ramazan Çağlayan’ın bazı alıntıların kaynağını göstermemesinin gerçek sebebi budur. Ama bu bir özür teşkil edebilir mi? Bu tarz bir savunmaya karşı, “özrü kabahatinden büyük” demekten başka ne denebilir? “Aceleye geldi” savunmasına karşı da şunu söylemek isterim: Aşağıda Bölüm 2’de örnek olarak verilen 276 usûlsüz alıntıdan en az yetmiş tanesi aynı zamanda Ramazan Çağlayan’ın kendisinin doçentlik çalışması olduğunu sandığımız 2007 yılında çıkan İdarenin Kusursuz Sorumluluğu isimli kitabında da vardır[23]. Bu kitap 2007 yılında yayınlanmıştır. En az beş yıldır orada duran usûlsüz alıntının neyi aceleye gelmiştir?
“Zamansızlık” Hakkında.- Ramazan Çağlayan’ın İkinci Baskıya yazdığı “Önsöz”de birinci baskıdaki hatalarını açıklamak için ileri sürdüğü sebeplerden biri de “zamansızlık”tır. Adı geçen “Önsöz”ün bir yerinde hataların sebebi olarak “yoğun çalışma ortamı”ndan, bir başka yerinde “zamansızlık”tan, diğer bir yerinde “zaman darlığı”ndan söz edilmektedir[24].
Zaman yokluğu, kaynak göstermeden alıntı yapmaya mazeret olabilir mi? Ramazan Çağlayan’ın bu mazereti kaynak göstermeden yapılan alıntılar için geçerli olsa bile, yanlış ve aldatıcı kaynak gösterilerek yapılan alıntılar için geçerli olamaz. Zira, Ramazan Çağlayan’ın benden aldığı bir paragraf için bana değil, bir Fransız yazara atıf yapması veya gerçekte sadece benden aldığı bir paragraf için dipnotta benim adımın yanında ve çoğunlukla benim adımdan önce birkaç Fransız yazara atıf yapması Ramazan Çağlayan’a bir zaman kazandırmamaktadır.
Ramazan Çağlayan, kitabının ikinci baskısına yazdığı Önsözde kendisinin içine düştüğü “zaman yokluğu”nun sebeplerini “üniversitedeki ders yoğunluğu” ve “idare hukukçularının yakasını bırakmayan idarî ve danışmanlık görevleri” şeklinde açıklamaktadır.
Ramazan Çağlayan’ın haftalık ders yükünün XE "ders yükünün" kaç saat olduğunu ben bilmiyorum. Görevli olduğu Kırıkkale Üniversitesi Hukuk Fakültesinde birinci öğretimin yanında ikinci öğretimin olduğu ve keza aynı Üniversitede Adalet meslek Yüksekokulu ve İktisadî ve İdarî Bilimler Fakültesinin bulunduğu göz önüne alınırsa Ramazan Çağlayan’ın çok fazla sayıda ders verdiği tahmin edilebilir.
Diğer yandan, Ramazan Çağlayan “zaman darlığı”nın sebebi olarak “idare hukukçularının yakasını bırakmayan idarî ve danışmanlık görevleri”ni göstermektedir. Baştan buna bir anlam veremedim. Daha sonra Kırıkkale Üniversitesinin web sitesinde yayınlanan Ramazan Çağlayan’ın Özgeçmişine baktığımda “Yöneticilik Görevleri” başlığı altında gerek Kırıkkale Üniversitesinde, gerekse çeşitli kamu kurum ve kuruluşlarında tam 12 adet “yöneticilik görevi”nin olduğunu hayretle gördüm[25].
Özetle, Ramazan Çağlayan, 2008’den bu yana, halen veya çeşitli zamanlarda, Kırıkkale Üniversitesi Rektör Danışmanlığı, Hukuk Fakültesi Dekan Yardımcılığı, Yükseköğretim Kurulu 1. Hukuk Müşavirliği, BOTAŞ Genel Müdürlüğü Hukuk Danışmanlığı, Başbakanlık Bilgi Edinme ve Değerlendirme Kurulu üyeliği gibi pek çok idarî görevlerde bulunmuştur[26]. Ramazan Çağlayan ayrıca İstanbul’da da bir ofisi bulanan Ankara merkezli PlusHukuk" isimli danışmanlık firmasında danışmanlık yapmaktadır[27].
Kimse kimsenin alnına silah dayayarak Yükseköğretim Kurulu 1. Hukuk Müşavirliği, BOTAŞ Genel Müdürlüğü Hukuk Danışmanlığı, Başbakanlık Bilgi Edinme ve Değerlendirme Kurulu üyeliği yaptırmıyor. Yine kimse kimsenin alnına silah dayayarak bir özel danışmanlık firmasında danışmanlık yaptırtmıyor. Bu görevleri kabul edip, bunların nimetlerinden yararlanıp, sonra da, yaptığı usûlsüz alıntılara mazeret olarak “üniversitedeki ders yoğunluğu”nu ve “idare hukukçularının yakasını bırakmayan idarî ve danışmanlık görevleri”ni ileri sürmenin ikna edici bir yanı yok.
Haliyle şu sorular Ramazan Çağlayan’a doğal olarak sorulabilir: Rektör Danışmanlığı, Dekan Yardımcılığı, Yükseköğretim Kurulu 1. Hukuk Müşavirliği, BOTAŞ Genel Müdürlüğü Hukuk Danışmanlığı, Başbakanlık Bilgi Edinme ve Değerlendirme Kurulu üyeliği yapmak için zamanınız var da, yaptığınız alıntının kaynağını göstermek için mi zamanınız yok? Bir danışmanlık firmasında danışmanlık yapmak için zamanınız var da, yaptığınız alıntının kaynağını göstermek için mi zamanınız yok?
Belki bazı iyi niyetli okuyucular, Ramazan Çağlayan’ın yaptığı alıntı hatalarının acemilikten veya alıntı ve atıf usûlleri konusundaki bilgisizliğinden kaynaklandığını ve dolayısıyla bunların mazur görülmesi gerektiği düşünebilirler. Nitekim Ramazan Çağlayan da İdarî Yargılama Hukuku isimli kitabının ikinci baskısının “Önsöz”ünün ikinci paragrafında, hataların sebebi olarak “acemiliği”ni gösterip şöyle yazmaktadır:
“Acemice bir gözüpeklik”, Ramazan Çağlayan’ın yaptığı usûlsüz alıntılara bir mazeret olabilir mi? Acemilik, bir lisans öğrencisinin, bir yüksek lisans öğrencisinin, bilemediniz bir doktora öğrencisinin yazdığı bir tez için, belki bir ölçüde mazeret olabilir. Zaten acemilikten kaynaklanan hatalar olmasın diye, bu tür çalışmalar, bir tecrübeli bir danışmanın gözetimi altında hazırlanır ve bu çalışmalar savunulmadan önce danışmanın onayı alınır ve keza danışmanın gözden kaçırdığı acemilikler var ise, savunma aşamasında, bunların düzeltilmesi jüri tarafından istenir. Doktorasını vermiş her akademisyenin artık kendi başına çalışma yapma, kendi başına kitap yazma yeterliliğine sahip olduğu kabul edilir. O nedenle doçentlik çalışmaları danışmanlığa tâbi olan veya yayınlanmadan önce jüri incelemesinden geçmesi gereken çalışmalar değildir. Zira doktora sahibi bir akademisyenin artık “acemi” olmadığı varsayılır.
Ramazan Çağlayan 1968 doğumludur. Kırıkkale Üniversitesi web sitesinde yayınlanan Özgeçmişine[28] bakılırsa şimdiye kadar 8 kitap, 24 makale yayınlamıştır. 2’si uluslararası olmak üzere toplam 10 adet sempozyumda sunulmuş bildirisi vardır. Bunların dışında toplam 14 adet panelde “panelist” olmuştur. Ramazan Çağlayan 1999’da yardımcı doçent, 2007 yılında doçent olmuştur. Bizim burada eleştirdiğimiz İdarî Yargılama Hukuku kitabının yayınlandığı 2011 yılı itibarıyla yardımcı doçent olalı 12 yıl, doçent olalı 4 yıl olmuş, 44 yaşında kıdemli bir akademisyendir. Bu vasıfta birisinin yaptığı usûlsüz alıntıları “acemilik” ile savunması inandırıcı değildir. Dahası Ramazan Çağlayan da kendisini “acemi” olarak görmemektedir ki, 2013 yılının başında profesör olmuştur. Kitabının ikinci baskısına yazdığı önsözde “acemice bir gözüpeklik” ile kitap yazdığını itiraf eden bir öğretim üyesinin, bu kitabın yayınlanmasından on bir ay sonra profesörlük kadrosuna başvurması ve bu başvuruda pek muhtemelen “başlıca araştırma eseri” olarak söz konusu kitabı göstermesi ne büyük bir çelişki!
Belki bir ihtimal hâlâ iyi niyetli okuyucular, Ramazan Çağlayan’ın idare hukukunda tecrübeli olsa bile, alıntı ve atıf usûllerini bilmediğini ve bu bilgisizliğinin bu hatalara yol açtığını düşünebilirler. Öncelikle belirtelim ki, her akademisyen, kendi alanındaki alıntı ve atıf usûllerini mesleğinin daha ilk yıllarında öğrenir. Yüksek lisans programlarında “bilimsel araştırma ve yazma yöntemleri” diye dersler vardır. Doçent olmuş birisinin bu usûlleri bilmemesi mümkün değildir. Eğer bir ihtimal bilmiyor ise, bu, “mazereti suçundan büyük” misali bir mazerettir.
Belki bir ihtimal hâlâ iyi niyetli okuyucular, Ramazan Çağlayan’ın idare hukukunda tecrübeli olsa bile, fikir ve sanat eserleri hukuku alanında uzman olmadığını, 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanununun 35’inci maddesindeki alıntı şartlarını bilmediğini ve bu bilgisizliğinin bu hatalara yol açtığını düşünebilir. Bu düşünceye karşı “kanunu bilmemek mazeret sayılmaz” cevabı verilebilir. Ama bu cevabı da vermeye gerek yoktur. Çünkü Ramazan Çağlayan, FSEK, m.35’de öngörülen alıntı ve atıf şartlarını mükemmel olarak bilmektedir. Zira bu konuda 2008 yılında “İlim ve Edebiyat Eserlerinde İktibas ve İntihâl Üzerine” başlıklı bir makale başlıklı bir makale" yayınlamıştır[29]. Yani Ramazan Çağlayan, fikir ve sanat eserleri hukuku alanında alıntı ve intihal konusunda bir makale yayınlayacak kadar bilgilidir. İktibas ve intihal konusunda bir makale yazmış bir akademisyenin üç yıl sonra usûlsüz alıntı yaptığı iddiasıyla karşı karşıya kalması ilginç ve yaptığı alıntılardaki usulsüzlüğün bilinçli olduğunu göstermek bakımından anlamlıdır.
Alıntı ve atıf usûlleri konusunda “acemilik” veya “bilgisizlik” ile ilgili olarak son olarak şunu söyleyeyim. Aslında Ramazan Çağlayan’ın atıf usûlleri konusunu bilip bilmediği sorunu, Ramazan Çağlayan için ayrıca tartışılması gereksiz, lüks bir sorundur. Çünkü Ramazan Çağlayan, içinde yüzlerce alıntı olmasına rağmen, tek bir atıf yapmadan, tek bir kaynak göstermeden 498 sayfalık bir idare hukuku kitabı yayınlayabilmiş bir yazardır[30]. Kaynak göstermeden alıntı yapılamayacağını bırakınız öğretim üyeleri, öğrenciler dahi bilmektedir. Ramazan Çağlayan’ın asıl sorunu alıntı ve atıf usûllerini bilmiyor olması değil, sebebi anlaşılamayan bir cesaret ve cüret içinde bulunmasıdır.
Haliyle ben Ramazan Çağlayan’ın psikolojisini bilemem. İnsanların zihninden geçen düşünce ve duygulara değil, vakıalara bakmak lazım. Ama meselenin insanî boyutu nedeniyle “pişmanlık” konusunda da birkaç şey söylemek isterim: Pişmanlık içinde olan iyi niyetli birisinin yapması gereken şey, hatalarını açıkça kabul edip, alenî olarak benden özür XE "özür" dilemekten ibarettir. Ramazan Çağlayan’ın kitabının ikinci baskısının önsözünde bu yönde atılmış bir adım vardır. Ama aşağıda “İkinci Baskı Hakkında Eleştiriler” başlıklı Üçüncü Bölümde sebeplerini göstereceğim gibi bu adım fevkalade yetersiz ve beni tatmin etmekten uzaktır. Ama yine de Ramazan Çağlayan’ın ikinci baskıda attığı bu yetersiz adımı önemsiyordum.
Ne var ki, Ramazan Çağlayan, yukarıda açıkladığımız gibi, ikinci baskıdan 11 ay sonra çıkardığı kitabının üçüncü baskısından ikinci baskıda bana yaptığı 550 küsur atıfı bir çırpıda çıkarmış XE "550 küsur atıfı bir çırpıda çıkarmış" ve kitabın bibliyografyasından da benim adımı silmiştir. Eğer Ramazan Çağlayan hatalarını fark edip, hatalarından pişmanlık duyuyor olsaydı, böyle bir şey yapmazdı. Ramazan Çağlayan’ın kitabının üçüncü baskısından, ikinci baskıda bana olan 550 küsur atıfı çıkarması ve bibliyografyasından benim adımı silmesi, bir pişmanlığın değil, olsa olsa bir “meydan okuma”nın ifadesidir. Ramazan Çağlayan’ın kitabının üçüncü baskısında bana yaptığı 550 küsur atıfı çıkarması ve bibliyografyadan ismimi silmesi benim sabrımı taşıran son damla oldu.
Bu kitabı yazmak bana yarar değil, zarar verdi. Emeğim ve zamanım gitti; sinirlerim gerildi. Ama belki bu kitabın bana ve Ramazan Çağlayan’a verdiği zararın dışında doğuracağı bir genel yarar da olur: Türk hukuk yazınında belki artık yazarlar, alıntı yapmak ve kaynak göstermek konusunda daha dikkatli olurlar. Belki bu kitap buna bir vesile olur. Bu eleştiri kitabında, alıntı yapılmasında ve kaynak gösterilmesinde sıklıkla yapılan hatalara yüzlerce örnek vardır. Belki bu konuda gerekli bilgi ve tecrübeden yoksun genç akademisyenler, alıntı yaparken ne zaman “aynen alıntı”, ne zaman “mealen alıntı” yapacaklarını, ne zaman ve nasıl kaynak göstereceklerini, bu kitaptaki örneklere bakarak öğrenirler.
Belki bana ve Ramazan Çağlayan’a zarar veren bu kitap, Türk hukuk literatürüne bir yarar sağlar. Bu literatürde herkesçe bilinen, ama açıkça dile getirilmeyen usûlsüz alıntı ve taklitçilik sorunlarının tartışılmasına vesile olur. Böylece bu kitap bir kişisel hesaplaşma kitabı olmaktan çıkıp, belki hukuk alanında bilimsel yazma ve yayın etiği konusunda bir örnek olay teşkil eder.
* * *
Son olarak şunu da söylemek isterim: Geçen ay yayınladığım Ramazan Çağlayan’ın İdare Hukuku ve İdari Yargılama Hukuku İsimli Kitabı Hakkında Eleştiriler (Bursa, Yazarın Kendi Yayını, 2013 <www.idare.gen.tr/caglayan. htm>) isimli kitap, bu kitaptan önce yayınlanmış olsa da, gerçekte bu kitabın yüzde 90’ı, geçen ay yayınladığım kitaptan önce yazılmıştır. Buradaki “Giriş” bölümündeki bazı paragraflar, “Alıntı ve Alıntı Şartları” başlıklı Birinci Bölümde ve “Ramazan Çağlayan’ın Muhtemel Savunmaları ve Bunlara Karşı Cevaplarım” başlıklı Beşinci Bölümde bazı genel bilgiler her iki kitapta da ortak olarak bulunmaktadır. Belki bu iki kitabı birleştirip, Ramazan Çağlayan’ın kitapları hakkında tek bir eleştiri kitabı yazmak daha doğru olacaktı. Ama ben daha fazla gecikmeden diğer kitabı çıkarmayı arzu ettim.
* * *
Bu kitabın yazım tekniği hakkında da bir iki şey söylemek isterim: Bu kitapta Ramazan Çağlayan’ın kitabı hakkında genel ve soyut iddialarda bulunmaktan olabildiğince kaçındım. Aşağıda görüleceği gibi 276 adet örnek üzerinden, Ramazan Çağlayan’ın şu şu cümleleri benim kitabımın şu şu cümlelerinden mealen veya aynen alınmıştır dedim. İddiamı ispatlamak için de Ramazan Çağlayan’ın cümleleri ile benim cümlelerimi alta alta kutular içinde verdim ve bunların nasıl aynı olduklarını ve birbirine nasıl benzediklerini aralarında karşılaştırma yaparak göstermeye çalıştım. Hatta Ramazan Çağlayan’ın cümlelerini verirken, bir yanlış anlaşılmaya mahal vermemek için bu cümleleri tekrar yazmadım, onun kitabının orijinal metninden scanner ile tarayıp veya fotoğrafını çekip bu kitaba koydum.
* * *
Bu kitapta kullanılan üslûp ve dil hakkında da bir iki açıklamada bulunmak isterim. Öncelikle şunu söyleyeyim. Usûlsüz alıntıya kurban giden 2800 sayfalık iki ciltlik İdare Hukuku isimli kitabımı yazarken benim çektiğim meşakkatin, katlandığım fedakarlığın ne olduğunu kimse bilemez. İnanınız, kendi cümlelerimi Ramazan Çağlayan’ın kitabında okudukça çileden çıktım. Kendi beynimin ürünü olan fikirleri, büyük bir emek ve zaman harcayarak yazdığım satırları bir başkasının sahiplendiğini görmek benim içimi acıttı. Hele Ramazan Çağlayan’ın kitabının üçüncü baskısında, ikinci baskısında bana yaptığı 550 küsur atıfı bir çırpıda çıkarması ve bibliyografyadan adımı silmesi benim sabrımı taşırdı. Böyle bir psikoloji içinde bulunmam, zaten genelde de oldukça sert bir üslûbu olan benim bu kitaptaki üslûbumu daha da sertleştirmiş olabilir. Bu noktada özellikle belirtmek isterim ki, benim kişisel olarak Ramazan Çağlayan’ı kırmak, Ramazan Çağlayan’ın şahsına saldırmak gibi bir niyetim asla yoktur. Benim derdim Ramazan Çağlayan’ın benden yapmış olduğu usûlsüz alıntılarla.
Yukarıda açıkladığım sebeplerle bu kitabı yazarken sinirlerim fevkalade gerilmiş olsa da, bu kitapta eleştirilerimde aşırıya kaçmamaya, elimden geldiği kadar objektif ve tasvir edici bir üslûp içinde kalmaya ve özellikle de kırıcı bir dil kullanmamaya gayret ettim. Örneğin bu kitapta Ramazan Çağlayan’ın alıntılarına ilişkin olarak “intihal”, “aşırma”, “çalıntı”, plagiarism gibi terimleri kullanmamaya özen gösterdim. Bu terimler fikir ve sanat eserleri hukukunda kullanılan teknik terimlerdir. Dolayısıyla bu kitapta, Ramazan Çağlayan’ın usûlsüz alıntıları hakkında yeri geldikçe bu terimlerden birini kullanabilirdim. Ancak ben bunu yapmadım. Kasten onların yerine daha nötr olduğunu düşüncesiyle “usûlsüz alıntı”, “hukuka aykırı alıntı”, “kaynaksız alıntı” veya “yanlış veya aldatıcı mahiyette kaynak gösterilerek yapılmış alıntı” gibi terimleri kullandım. ■
[1]. “Ramazan Çağlayan Kimdir” başlıklı bu kısımdaki bilgiler, geçen ay yayınladığım Ramazan Çağlayan’ın İdare Hukuku ve İdarî Yargılama Hukuku İsimli Kitabı Hakkında Eleştiriler (Bursa, Yazarın Kendi Yayını, 2013, s.1-2) isimli kitabımda da bulunmaktadır.
[2]. http://www.kku.edu.tr/akademik/goster.php?sicilno=1952 (Erişim: 5 Mart 2013)
[3]. http://www.kku.edu.tr/unvrektordanismanlari.php (Erişim: 5 Mart 2013)
[4]. http://hukuk.kku.edu.tr/dekanyardimcilari.php (Erişim: 5 Mart 2013)
[5]. http://www.kku.edu.tr/unvsenatosu.php (Erişim: 5 Mart 2013)
[6]. http://hukuk.kku.edu.tr/fyonetimkurulu.php (Erişim: 5 Mart 2013)
[7]. http://sbe.kku.edu.tr/yonetimkurul.php (Erişim: 5 Mart 2013)
[8]. http://hukuk.zirve.edu.tr/icerik/akademik-personel (Erişim: 8 Mart 2013)
[9]. http://www.kku.edu.tr/akademik/goster.php?sicilno=1952 (Erişim: 8 Mart 2013)
[10]. http://www.kku.edu.tr/akademik/goster.php?sicilno=1952 (Erişim: 8 Mart 2013)
[11]. http://www.plushukuk.com/plushukuk/ (Erişim tarihi: 8 Mart 2013)
[12]. http://www.plushukuk.com/danisma-kurulu/ (Erişim tarihi: 8 Mart 2013)
[13]. http://www.kku.edu.tr/akademik/goster.php?sicilno=1952 (Erişim: 5 Mart 2012)
[14]. Kemal Gözler, Ramazan Çağlayan’ın İdare Hukuku ve İdarî Yargılama Hukuku İsimli Kitabı Hakkında Eleştiriler, Bursa, Yazarın Kendi Yayını, 2013 (idare.gen.tr/caglayan.htm)
[15]. Bu kitabın yayınlanış tarihine ve Ramazan Çağlayan’ın doçent olduğu yıla bakılarak, bu kitabın Ramazan Çağlayan’ın doçentlik çalışması olduğu tahmin edilebilir
[16]. Bu iddiamın burada mesnetsiz bir iddia olarak kalmaması için, aşağıda Dördüncü Bölümde (s.619-647) Ramazan Çağlayan’ın İdarenin Kusursuz Sorumluluğu isimli kitabındaki usûlsüz alıntılara örnekler verilmiştir.
[17]. Ramazan Çağlayan, İdarî Yargılama Hukuku, Ankara, Seçkin Yayınevi, 2011.
[18]. Bkz. Kemal Gözler, Ramazan Çağlayan’ın İdare Hukuku ve İdarî Yargılama Hukuku İsimli Kitabı Hakkında Eleştiriler, Bursa, Yazarın Kendi Yayını, 2013, VIII+182 s. Kitabın tam metini www.idare.gen.tr/caglayan.htm adresinden ulaşılabilir.
[19]. Ramazan Çağlayan, İdarî Yargılama Hukuku, Ankara, Seçkin, İkinci Baskı, 2012, Önsöz.
[20]. Örnek olarak bkz.: Bölüm 2, Örnek 19’da 20 kelimeden 20’si aynı; Örnek 11’de 32 kelimeden 29’u aynı; Örnek 29’da 29 kelimeden 25’i aynı; Örnek 32’de 36 kelimeden 34 aynı, Örnek 45’te 18 kelimeden 16’sı aynı, Örnek 48’de 30 kelimeden 29’u aynı, Örnek 57’de 22 kelimeden 19’u aynı, Örnek 120’de 12 kelimeden 11’i aynı, Örnek 137’de 19 kelimeden 19’u aynı, Örnek 152’de 12 kelimeden 12’si aynı, Örnek 264’te 37 kelimeden 34’ü aynıdır.
[21]. Ramazan Çağlayan, İdarî Yargılama Hukuku, Ankara, Seçkin, Üçüncü Baskı, 2013, Önsöz.
[22]. Çağlayan, İdarî Yargılama Hukuku, op. cit., İkinci Baskı, 2012, s.7-8.
[23]. Bu hataların listesi hakkında aşağıda Dördüncü Bölüme (s.619-647) bakılabilir.
[24]. Çağlayan, İdarî Yargılama Hukuku, op. cit., İkinci Baskı, 2012, s.7-8.
[25]. http://www.kku.edu.tr/akademik/goster.php?sicilno=1952 (Erişim: 8 Mart 2013)
[26]. http://www.kku.edu.tr/akademik/goster.php?sicilno=1952 (Erişim: 8 Mart 2013)
[27]. http://www.plushukuk.com/danisma-kurulu/ (Erişim tarihi: 8 Mart 2013)
[28]. http://www.kku.edu.tr/akademik/goster.php?sicilno=1952 (Erişim: 5 Nisan 2013).
[29]. Ramazan Çağlayan, “İlim ve Edebiyat Eserlerinde İktibas ve İntihâl Üzerine”, E-Akademi: Hukuk Ekonomi, Siyasal Bilimler Aylık İnternet Dergisi, Nisan 2008, Sayı 74, http://www.e-akademi.org/makaleler/rcaglayan-1.htm. (Erişim: 2 Mart 2013).
[30]. Ramazan Çağlayan, İdare Hukuku ve İdarî Yargılama Hukuku, Ankara, Dinamik Akademi, 3. Baskı, 2011. Bu kitaptaki kaynaksız alıntılar hakkında bkz.: Gözler, Ramazan Çağlayan’ın İdare Hukuku ve İdarî Yargılama Hukuku İsimli Kitabı Hakkında Eleştiriler, op. cit. (Tam metin: www.idare.gen.tr/caglayan.htm).
Kitabın ana sayfasına dönmek için burasını tıklayınız.
(c) Kemal Gözler
Email: kgozler[at]hotmail.com
Ana Sayfa: www.idare.gen.tr