TÜRK İDARE HUKUKU SİTESİ

(www.idare.gen.tr)

 

 


 Kaplan, Gürsel, “İdari Yargıda Dilekçelerin ve Diğer Belgelerin Verilebileceği Yerler”, Vergi Dünyası, Sayı: 270, s. 147–154 (2004).


 

İDARİ YARGIDA DİLEKÇELER VE DİĞER BELGELERİN VERİLEBİLECEĞİ YERLER

 

Dr. Gürsel Kaplan

GİRİŞ

            2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 1.maddesinin 2.fıkrasına göre, “Danıştay, bölge idare mahkemeleri ve vergi mahkemelerinde yazılı yargılama usulü uygulanır ve inceleme evrak üzerinde yapılır”[1] Maddede açıkça ifade edildiği üzere, idari yargıda yazılı yargılama usulü uygulanmakta olup, sözlü yargılama usulüne (duruşma) ancak istisnai olarak ve Kanun’un aradığı birtakım şartların gerçekleşmesi halinde başvurulur[2]. Nitekim, “İdari Davaların Açılması” başlıklı 3.maddenin 1.fıkrasında da, idari davaların, Danıştay, idare mahkemesi ve vergi mahkemesi başkanlıklarına hitaben yazılmış imzalı dilekçelerle açılacağı belirtilmiştir.

            Davanın açılmasından başka, dava dilekçesi üzerine yapılan diğer bütün işlemler de aynı şekilde yazılı usule tabidir. Örneğin, davalının vereceği savunma ile davacının ikinci dilekçesi ve davalının ikinci savunması (m.16/ 1, 2; m.21), duruşma talebinde bulunma usulü (m.17), yürütmenin durdurulması talebinde bulunma ve bu talebin reddi yahut kabulü hakkında verilecek kararlara karşı itiraz yoluna başvurma (m.27), delil tespiti isteminde bulunma (m.57), adli yardım talebinde bulunma (m.31) ve kararlara karşı kanun yollarına başvurma (m.45-54) gibi, davanın taraflarınca ve ilgililerce (davaya katılan gibi) yargı yerlerine yöneltilecek her türlü talep yazılı şekle tabidir.

            Yazılı şekle tabi bulunan söz konusu talepler, yazılı bir şekilde olmak üzere, ait oldukları yargı yerine doğrudan verilebilecekleri gibi, bu yerlere gönderilmek üzere, en yakın amir, asliye hukuk hakimliği, Türk konsolosluğu gibi birtakım yerlere de verilebilir. Konuyu ilerde askeri idari yargı ve genel idari yargı bakımından ayrı ayrı ele alacağız. Ancak, şimdilik şu kadarını belirtelim ki, dilekçeler ve savunmalar ile davalara ilişkin her türlü evrakın verilebileceği yerler bakımından 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu (m.37) ile 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun (m.4) farklı düzenlemeler öngördüğü gibi, anılan maddelerin paralel hükümler sevk ettikleri hallerde de, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi ile Danıştay’ın yorum ve yaklaşımı birbirinden bir hayli farklı yönde seyretmiştir.

            Ele aldığımız konu, aynı zamanda, dava açma süresiyle de ilgili olduğundan önem kazanmaktadır. Zira, ancak ilgili kanun ve yargısal içtihatların geçerli olarak kabul ettiği yerlere verilen dilekçeler üzerine dava açma süreleri kesilmekte; bu yerler dışındaki yerlere (örneğin posta idaresi) verilen dilekçelerin, ilgili oldukları süre bakımından herhangi bir etkileri bulunmamaktadır. Hâl böyle olunca, idari yargıda dava açma sürelerinin kamu düzeninden sayılması hususu da göz önünde bulundurulursa konunun önemi kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Biz de bu sebeple önem atfettiğimiz konuyu, önce tarihsel gelişim seyri sonra da Askeri İdari Yargı ile Genel İdari Yargı bakımından ayrı ayrı olmak üzere günümüzdeki durumunu yasal düzenlemeler ve yargısal içtihatlar çerçevesinde ele alıp, mevcut durumu bütün yönleriyle ortaya koymaya çalışacağız.


 

 

ESKİ DANIŞTAY KANUNU (31.12.1964 TARİH VE 521 SAYILI) DÖNEMİNDEKİ DURUM:

 

            Gerek 521 sayılı Danıştay Kanunu (m.64 ve Danıştay Tüzüğü m.58) ve gerekse ondan önce yürürlükte olan 23.10.1925 tarih ve 669 sayılı Danıştay Kanunu (m.29) ile 21.12.1938 tarih ve 3546 sayılı Danıştay Kanunu (m.31); dava dilekçeleri ile savunmaların ve dava ile ilgili her türlü evrak ve belgenin doğrudan Danıştay Başkanlığına verilmesi yanında, Danıştay Başkanlığına gönderilmek üzere valilik veya kaymakamlıklara ve yabancı memleketlerde Türkiye elçiliklerine veya konsolosluklarına verilebilmesi olanağını da getirmişlerdi[3].

            Dava dilekçeleri ile savunmaların ve davaya ilişkin her türlü belge ve evrakın doğrudan Danıştay Başkanlığına verilebilmesinin, yanında belirtilen yerlere de verilebilmesine olanak tanınmış olmasının sebebi, ilgilileri gereksiz zaman, emek ve para israfından kurtarmak içindir[4]. Nitekim, Danıştay da, “…sözü edilen yasa hükmüyle (İYUK m.4) kanunkoyucunun idare ve vergi mahkemelerinin ülkenin birçok yerinde bulunmaması durumunu göz önünde tutarak ve ilgililere bu yönden kolaylık sağlayarak gereksiz harcamalardan kurtarmak amacıyla dilekçelerin, savunmaların ve davalara ilişkin her türlü belgenin diğer yerler yanında asliye hukuk hakimliklerine de verilebileceği kurala bağlanmıştır…”[5] diyerek, bu yöndeki düzenlemelerin sebebini aynı şekilde yorumlamıştır.

Gerek, yukarıda belirttiğimiz eski Danıştay Kanunlarında ve gerekse ileride belirteceğimiz şekilde yürürlükteki mevzuatımızda (İYUK m.4, AYİMK m.37) yer alan ve dava dilekçeleri ile davaya ilişkin her türlü evrak ve belgenin ait olduğu yargı yeri yanında, oraya gönderilmek üzere başka birtakım yerlere de verilmesine olanak tanıyan hükümler; yargı yerleri önünde en az masraf ve en seri şekilde hak aramayı kolaylaştırıp olanaklı kıldıklarından, hukuk devleti ilkesi ve onun olmazsa olmaz gereklerinden biri olan hak arama özgürlüğü bakımından yerinde ve gerekli düzenlemeler olarak kabul edilmelidir.

            İşte, yukarıda belirtildiği üzere, dava dilekçeleri ile davayla ilgili her türlü belge ve evrakın doğrudan Danıştay Başkanlığına verilebilmesinin yanında, Danıştay Başkanlığına gönderilmek üzere, başka birtakım yerlere de verilmesine olanak tanıyan eski 521 sayılı Danıştay Kanunu, 66.maddesi ile de; “Danıştay Başkanlığına veya 64.maddede yazılı yerlere verilen dilekçelerin harç ve kaydiye ile posta ücreti alındıktan sonra deftere kayıtları derhal yapılır ve kayıt tarihi ve sayısı dilekçenin üzerine yazılır. Dava bu kaydın yapıldığı tarihte açılmış sayılır.

            Davacılara, kayıt, tarih ve sayısını gösteren imzalı ve mühürlü bir alındı kağıdı verilir.

            64 üncü maddede yazlı yerlere verilen dilekçeler, en geç üç gün içinde Danıştay Başkanlığına taahhütlü olarak gönderilir. Bu yerlerde harç pulları bulunmadığı takdirde bunlara karşılık alınan paraların miktarı ve alındı kağıdının tarih ve sayısı dilekçelere yazılır.” kuralını getirmiştir.

            Aktarılan yasal düzenlemeye göre, Danıştay Başkanlığına veya Kanunda yazılı diğer makamlara verilen dilekçelerin, Harçlar Kanununa uygun şekilde harçları ve posta ücretleri alındıktan sonra özel defterine kayıtları yapılarak dilekçe üzerine kayıt tarih ve sayısının yazılması ve ayrıca davacılara, bu kayıt tarih ve sayısı gösteren imzalı ve mühürlü pulsuz bir alındı kağıdının verilmesi gerekmektedir. İşte, gerek 521 sayılı Danıştay Kanununun 66. maddesine göre ve gerekse ondan önce yürürlükte olan 3546 (m. 33) sayılı ve 669 (m. 30) sayılı Danıştay Kanunlarına göre, bu kaydın yapıldığı tarih, davanın açıldığı tarih olarak kabul edilmiştir[6].

            Aktarılan yasal düzenleme ve anlatılan durum karşısında, dava ile ilgi her türlü dilekçe ve belge ve evrakın nereye verilmesi gerektiğinin açık ve tartışmasız olduğu, bu itibarla, davanın süresinde açılıp açılmadığının ve süreye tabi öteki işlemlerin süresinde yapılıp yapılmadığının tespit edilmesinin de herhangi bir sorun ve güçlük yaratmayacağı düşünülebilir. Ne var ki, uygulamada yaşanmış olaylar ve sorunlar bu iyimserliği paylaşmaya yetmemektedir.

            Örneğin, Danıştay’a gönderilmek üzere Eyüp Kaymakamlığına verilen bir dava dilekçesinin kaymakamlık kaleminde kaybolması üzerine, davacının vermiş olduğu ikinci dilekçe Danıştay tarafından süre yönünden reddedilmiştir. Yüksek Mahkemenin ilginç bulduğumuz bu kararını aynen aktarıyoruz:

            “Dava dosyasındaki kağıtların incelenmesinden anlaşıldığına göre; davacı Yahya Üçbaşar davalı İdarenin 4.8.1964 tarih ve 3679 sayılı kararının iptali için yazdığı dava dilekçesini, 28.9.1964 tarihinde Eyüp Kaymakamlığı’na vermiş ve Kaymakamlığın dosyadaki yazısından anlaşıldığına göre, bu dilekçe Kaymakamlık kayıt defterine 29.9.1964 tarihinde işlenmiş, harcı alınmış, fakat bu dava dilekçesi Kaymakamlık kaleminde kaybolmuştur. Açtığı davadan bir sonuç alamayan davacı, dilekçesinin Danıştay’a gönderilmediğini ve kaybolduğunu öğrenince, ilk dilekçesinden çok sonra yeniden düzenlediği 23.3.1966 tarihli dilekçe ile bu davayı açmıştır.

            Kanun yapıcı 521 sayılı Danıştay Kanununun 64 üncü maddesinde davacılara bir kolaylık olmak üzere dava dilekçeleri ve savunmaların ve dava ile ilgili başka kağıtların Danıştay Başkanlığına gönderilmek üzere yurt içinde valilik ve kaymakamlıklara verilebilmesini ve 66 ncı maddede de dilekçelerin harçları ve posta ücretleri alındıktan sonra bir deftere kaydedilmeleri şartı ile, defterdeki bu kayıt gününün  davanın açılış tarihi olarak kabul edileceğini öngörmüştür.

            Bu hükümler şimdi yürürlükte bulunmayan eski Danıştay Kanununda da yer almış idi. 521 sayılı Kanunun 67 nci maddesinde de gösterilen 90 günlük dava açma süresi kesin olup kanunda yazılı sebepler dışında durdurulamaz, kesilemez ve uzatılamaz.

            Yukarıda belirtilen kanun hükümleri karşısında bu davanın süresinde açılıp açılmadığını incelemek gerekir. Kaymakamlık kaleminde kayıt gören dilekçe zayi edilmeyip de kaymakamlık yazısı ile ve posta aracılığı ile Danıştay’a gelse idi, geliş tarihi ne olursa olsun davanın süresinde açıldığı kabul edilecekti. Fakat bu davada süresinde verildiği anlaşılan ilk dilekçenin ve eklerinin kaybolması karşısında 22.3.1966 tarihinde verilen yeni dilekçe 90 günden çok sonra verilmiş olduğundan ve dava da, dosyada bulunan bu dilekçe ile açılmış sayılacağından, davanın süre aşımına uğradığı açıktır. Davacının ilk dilekçesinin kaymakamlık defterine kaydedilmiş olması o dilekçenin Danıştay’a gelerek tebligata ve diğer işlemlere tâbi tutulması şartı ile bir değer taşır. Kaybolmuş dilekçenin ve eklerinin ne olduğu görülüp anlaşılmadan ve yeni dilekçeye uygunluğunun denetimi imkansız hale girdikten sonra, davada süre (aşımı) olmadığı söylenemez. Bu bakımdan dilekçenin davacı tarafından kaybedilmesi ile dava dilekçesi almağa ve bunu kaydetmeye yetkili Kaymakamlıkça kaybedilmesi arasında bir fark yoktur. Davacı bu yolda bir mağduriyete uğramışsa bunun telafisini kanun yollarından arayabilir.

            Yukarıdaki sebeplerle davanın süre bakımından reddine … oyçokluğuyla karar verildi.”[7]

            521 sayılı Kanunun yürürlükte olduğu dönemde Danıştay, Kanununun gösterdiği yerlerin dışındaki yerlere verilen dilekçelerle yapılan başvuruları kabul etmemiş ve bu yerlere verilen dilekçelerle sürenin kesilmeyeceği gerekçesiyle başvuruları süre yönünden reddetmiştir. Nitekim, karar düzeltme talebiyle yapılan bir başvuruyu Danıştay, “Dava Daireleri ve Dava Daireleri Kurulu kararlarının düzeltme yoluyla yeniden incelenebilmeleri 31.12.1964 tarih ve 521 sayılı Kanunun 98 inci maddesinde yazılı sebeplerden birinin mevcudiyeti ile mümkündür. Davacı, Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 6.10.1965 tarihinde görevsizlik kararı vermesi üzerine, bir gün sonra 7.10.1965 tarihli dilekçe ile kararın tebligata çıkarılması ve kesinleşmesini müteakip dava dosyasının Danıştay’a gönderilmesi hususunda aynı mahkemeye dilekçe verdiğini ileri sürmekte ise de, 7.10.1965 tarihli dilekçe bir temyiz dilekçesi olmadığı gibi Danıştay’a açılmış bir dava dilekçesi mahiyetinde de olmadığından, böyle bir dilekçe verilmiş olması idari dava açılması için gerekli süreye tesir etmez. Bu sebeple 3.1..1966 tarihinde Danıştay’a açtığı davanın süre bakımından reddine dair 16.5.1967 tarih ve 2979 sayılı kararımız usul ve kanuna uygun olup düzeltmeyi mucip başka bir sebep de mevcut bulunmadığı cihetle düzeltme isteminin reddine” karar vermiştir[8].

            Yine bu dönemde, adli ve askeri yargı yerlerinin kendilerine açılan davalarda kendilerini görevsiz sayarak görevsizlik kararı vermeleri halinde, söz konusu yerlere müracaatla dava dosyasının Danıştay’a gönderilmesinin istenmesi durumunda da Danıştay, “521 sayılı Danıştay Kanununun 68. maddesinde, Danıştay’ın görevine giren uyuşmazlıklarda adli yargı yerlerinde açılan davaların görev yönünden reddi halinde otuz gün içinde Danıştay’da dava açabileceği, 63. maddesinde ise, idari davaların açılma tarzı düzenlenmiş olup, bu davaların Danıştay Başkanlığına hitaben yazılmış dilekçelerle açılacağı ve bu dilekçelerin ihtiva edeceği hususlar belirtildiği cihetle, davacı tarafından sözü edilen madde hükümlerine uygun bir dilekçe ile Danıştay Başkanlığına başvurulmayıp görevsizlik kararı veren adliye mahkemesine müracaatla dosyanın görevli mercie tevdii istendiği ve bu mahkemece gönderilen dosyanın, yukarıda belirtilen nedenlerle incelenmesine olanak bulunmadığından geri gönderilmesine” karar vermiştir[9].

            Aynı şekilde, postada geçecek zamanın, sürelere eklenip eklenmeyeceği hususunda 521 sayılı Kanununda ve Danıştay Tüzüğünde herhangi bir kural yer almadığından Danıştay, “postada geçen zamanı nazara almayarak, müddetinde postaya verildiği halde Danıştay’a 15 günlük tahsisi karar müddetinin hulûlünden sonra gelen dilekçeyi sırf bu yüzden reddetmiştir.”[10]

            Aktarılan kararlardan anlaşılacağı üzere, Danıştay posta ile gönderilen dilekçeleri bu yolla gönderildiği için değil; postadaki gecikmeler nedeniyle süresinden sonra kendisine ulaşması nedeniyle süreden reddettiği halde; görevsizlik kararı nedeniyle dava dosyaların müracaat üzerine Danıştay’a gönderilmesi halinde ise, dosyanın süresi içinde kendisine ulaşıp ulaşmadığına bakmaksızın sırf bu şekilde dosyanın gönderilmiş olmasını bir red ve ilgili yere geri gönderme sebebi olarak saymamaktadır[11].

 

BUGÜNKÜ DURUM

 

            Askeri Yargıdaki Durum:

 

            Askeri İdari Yargıda, dilekçelerin verilebileceği yerler, 4.7.1972 tarih ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanununun 36. maddesi ile, aynı Kanunun 25.12.1981 tarih ve 2568 sayılı Kanunla değişik 37.maddesinde düzenlenmiş bulunmaktadır. Buna göre, “Askeri kişilerle ilgili idari eylem ve işlemlere ilişkin idari davalar, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başkanlığına hitaben yazılmış dilekçeler ile açılır. ‘Dilekçelerin Verilebileceği Diğer Yerler’ başlıklı 37. maddeye göre de, “Dilekçeler ile savunmalar ve davalara ilişkin her türlü evrak, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başkanlığına gönderilmek üzere en yakın amirlere, bölge ve idare mahkemesi başkanlıklarına, bölge ve idare mahkemesi bulunmayan yerlerde asliye hukuk hakimliklerine, yabancı memleketlerde Türk konsolosluklarına verilebilir.”

            Aktarılan yasal düzenlemeler uyarınca dava dilekçelerinin verilebileceği yerleri sıralamak gerekirse, dilekçeler;

1-     Doğrudan Askeri Yüksek İdare Başkanlığına,

2-     Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başkanlığına gönderilmek üzere;

-        en yakın amirlere,

-        bölge idare mahkemesi başkanlıklarına

-        bölge ve idare mahkemesi bulunmayan yerlerde asliye hukuk hakimliklerine,

-        yabancı memleketlerde Türk konsolosluklarına verilebilir.

Burada üzerinde durmak istediğimiz husus, acaba dilekçelerin verilebileceği diğer yerler bakımından belli bir sıranın takip edilmesi gerekir mi? Başka bir ifadeyle, örneğin bölge idare mahkemesi ve idare mahkemesi bulunan bir yerde asliye hukuk hakimliğine verilen bir dilekçe, Kanuna uygun bir yere verilmiş sayılarak süreyi kesebilecek midir? Yada örneğin Ankara’da, dilekçelerin doğrudan Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başkanlığına verilmesi mi gerekir? Yoksa Kanunun 37. maddesinde sayılan ve yukarıda belirtilen diğer yerlere de verilebilmesi olanağı var mıdır? Şayet diğer yerlere verilebilirse bu takdirde, Kanunda yer verilen sıralamayı en yakın amir, bölge idare mahkemesi ve idare mahkemesi başkanlıklarına, bölge idare mahkemesi ve idare mahkemesi bulunmayan yerlerde asliye hukuk hakimliklerine şeklindeki sıralamayı takip etme zorunluluğundan bahsedilebilir mi? Bütün bu soruları ortaya atmamızın sebebi, yukarıda da belirttiğimiz gibi, Kanunun kabul etmediği yerlere verilen dilekçeler üzerine süre kesilmeyeceğinden, yapılan işlemin süresinde yapılıp yapılmadığı meselesini açıklığa kavuşturmak içindir.

Diğer yerlere dilekçe verilebilmesi olanağı tanınmasının temelinde yatan düşünce, davanın taraflarına ve ilgili kişilere kolaylık sağlayıp, onları gereksiz zahmet, emek ve masraf israfından kurtararak; yargı yerleri önünde iddia ve savunma haklarını kullanabilmelerine olanak tanımak olduğu gerçekliği göz ardı edilmezse, dilekçelerin verilebileceği yerler bakımından uyulması zorunlu olan bir sıralama değil, bu konuda seçimlik bir hakkın tanınmış olduğundan söz edilebilir. Nitekim, Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin uygulaması da bu yöndedir. Örneğin, AYİM bir kararında, “Davacının dilekçesini verdiği Bakırköy Asliye Hukuk Hakimliği, 1602 sayılı Kanunun 37 nci maddesine göre dilekçenin verileceği yerler meyanında sayıldığından ve davanın açılmasında süre aşımı bulunmadığından esasın tetkikine geçilmiştir…”[12] diyerek, belirttiğimiz doğrultuda meseleye yaklaşmıştır. Halbuki, ilgili düzenlemeye bakıldığında, asliye hukuk hakimliklerine ancak, dilekçenin verileceği yerde bölge idare mahkemesi ve idare mahkemesinin bulunmaması kaydıyla verilebileceği şeklinde bir izlenim uyandırmakta ise de, hükmün konuluş amacı (ratio legis) göz önünde bulundurulursa, Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin uygulamasına katılmak gerekir diye düşünüyoruz. Yüksek Mahkemenin bu konuda verdiği başka kararlarında da, aynı yaklaşımı sürdürdüğü görülmektedir. Örneğin, en yakın amir ve bölge idare mahkemesi başkanlığı atlanarak idare mahkemesi başkanlığına verilen dilekçeler kabul edilmiştir[13].

 Hatta, Kanunda dilekçelerin verilebileceği yerler arasında vergi mahkemeleri sayılmadığı halde, AYİM, “ Davacı vekili, AYİM’e gönderilmek üzere 20 Temmuz 2001 tarihinde Kocaeli Vergi Mahkemesi’nde kayda geçen dava dilekçesinde özetle …” diyerek, vergi mahkemesi kanalıyla gönderilen dilekçeyi kabul edip işleme koymuştur[14].

AYİM’in yukarıda yer verilen kararlarından anlaşılacağı üzere, Yüksek Mahkeme, Kanunda, dilekçelerin verilebileceği yerler arasında sayılmayan (vergi mahkemesi başkanlığı, asliye ceza mahkemesi gibi) yerlere verilmek suretiyle gönderilen dilekçeleri bu yerlere veriliş tarihini esas almak suretiyle kabul ettiği halde[15], adli yargı yelerince görevsizlik kararı verilen dosyaların müracaat üzerine gönderilmesi halinde ise dosyanın geri gönderilmesine karar vererek, Danıştay ile aynı yaklaşımı göstermektedir.

Örneğin Yüksek Mahkeme bir kararında, “…dava dosyasının incelenmesinde; davacının söz konusu davayı ilk önce 25.4.2000 tarihli dilekçe ile Milas Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı, bu mahkemenin davada Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin görevli olduğu düşüncesiyle ve 25.10.2000 tarihli kararıyla GÖREVSİZLİK KARARI ile talep halinde dosyanın Askeri Yüksek İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verdiği ve kararın 15.3.2000 tarihinde kesinleştiği, davacının da 13.3.2001 tarihli dilekçe ile dava dosyasının  Askeri Yüksek İdare Mahkemesine gönderilmesini talep ettiği ve Milas Asliye Hukuk Mahkemesince de dava dosyasının 16.3.2001 tarihli üst yazıyla Askeri Yüksek İdare Mahkemesine gönderilerek 26.3.2001 tarihinde kayda alındığı anlaşılmaktadır. 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanununun 41 inci madde 1 nci fıkrasında; ‘Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin görevine giren uyuşmazlıklarda, askeri, idari ve adli yargı mercilerine açılan davaların görev noktasından reddi halinde, bu husustaki kararların ve bunlara karşı kanun yolları varsa süresi içinde olmak şartıyla bu yollara başvurulması üzerine, verilen kararların tebliği tarihinden itibaren otuz gün içinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesine dava açılabilir. Bu mercilere başvurma tarihi, Askeri Yüksek İdare Mahkemesine müracaat tarihi olarak kabul edilir’ hükmü bulunmaktadır.

Yukarıda ifade edilen kanun metninden açıkça anlaşıldığı üzere, davası Milas Asliye Hukuk Mahkemesinde görev yönünden reddedilen davacının bu kararın tebliğinden itibaren 30 gün içinde ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanununun 36 ncı maddesine göre şekil şartlarını taşıyan bir dilekçe ile Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde bir dava açması gerekirken, bu amir hükmün hilafına dava dosyasının gönderilmesini iktifa ettiği görülmektedir.

Bu nedenlerle ve netice olarak Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başkanlığına hitaben yazılmış bir dava dilekçesi olmadığından, dosyanın Genel Sekreterliğe (AYİM Genel Sekreterliği) iadesine…” diyerek, gönderilen dosyasının işleme konulmasını oyçokluğuyla reddetmiş bulunmaktadır. Ancak, aşağıda açıklayacağımız gerekçelerle daha isabetli bulduğumuz, kararın “karşı oy gerekçesi”nde ise meseleye farklı bir bakış açısıyla yaklaşılmıştır ve önemli bulduğumuz için buna aynen yer veriyoruz: “Davacının vazife malullüğünün tespiti amacıyla Milas Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı davada, söz konusu Mahkemenin 25.10.2000 tarihli kararında görevsizlik kararı ile birlikte talep halinde dosyanın Askeri Yüksek İdare Mahkemesine gönderilmesi kararı üzerine, davacının Askeri Yüksek İdare Mahkemesine hitap eden dilekçe ile dosyanın nakli talebinde bulunması, içeriği itibariyle uyuşmazlığı görevli yargı yerine götürmek ve dava yoluyla çözümlemek iradesini açıkça ortaya koymaktadır. Ancak ayrı yargı düzeni içinde yer alan bir mahkemenin görevine girdiği gerekçesiyle davanın  görev yönünden reddi halinde ayrı bir dava dilekçesi ile yeni bir dava açma gereğinde hata edilmiştir.

Esasen Genel Sekreterliğin bir talebinin, reddi veya kabulü anlamında bir karar verilmesine idari yargılama usulünde imkan bulunmamaktadır.

Bu itibarla bu hususlar belirtilerek dilekçesinin reddine karar verilmesi gerekirken, Genel Sekreterliğin istemi konusunda bir karar verilmesine yer olmadığına ve dosyanın iadesine şeklinde oluşan sayın çoğunluk kararına iştirak edemedim.”[16]

Tekrar belirtmek gerekirse, “Karşı Oy” gerekçesine aynen katıldığımızı belirtmek isteriz. Gerçekten de, davacının, görevsizlik kararı veren adli yargı yerine başvurarak dosyanın görevli yargı yerine gönderilmesini istemesi halinde, ortada bir dava açma iradesinin var olduğu tartışmasızdır. Ancak, söz konusu irade, kanunun istediği şekil ve usul kurallarına uygun bir biçimde ortaya konulmamıştır. Bu durumda yapılması gereken; Dilekçeler Üzerinde İlk İnceleme (AYİMK, m.44) ve İlk İnceleme Üzerine Verilecek Karar (AYİMK, m.45) hususlarını düzenleyen hükümler uyarınca davacıya 30 gün süre tanıyıp, bu süre zarfında kanunun aradı şekil ve usul kurallarına (AYİMK, m.36) uygun bir biçimde bir dilekçe verildiği takdirde, görevsiz yargı yerinin gönderdiği dosyanın Askeri Yüksek İdare Mahkemesine ulaştığı tarihte davanın açılmış sayıldığını kabul etmek daha isabetli bir çözüm olacaktır. Zira, anılan hükümler uyarınca, dava dilekçelerinde sakatlık veya eksiklik (örneğin dava konusu ile dayanılan sebep ve delillerin dava dilekçesinde gösterilmemiş olması) halinde de aynı çözüm kabul edilmiştir. Kanunun, eksik ve yanlış bilgiler içeren dava dilekçeleri için kabul etmiş olduğu bu çözümü, yukarıda belirtilen hâl (görevsizlik hali) bakımından da kabul etmemek için haklı bir sebep yoktur. Esasen, hukuk devletinin başta gelen gereklerinden biri ve aynı zamanda teminatı olan idari yargı ilke ve kuralları uyarınca, hak arama yol ve imkanlarını daraltan çözümler değil, kanunun açık hükümlerine  ters düşmedikçe, söz konusu imkanları genişleten çözümlerin üretilmesi ve benimsenmesi gerektiği açıktır. Nitekim,Danıştay’ın bir kararında da, “ … Kanunun bu hükümlerle (İYUK’un aynı yöndeki 4.maddesi) amacının, kişilerin anayasal hakkı olan dava açma haklarını kullanma konusunda açıklanan iradelerinin saptanmasına yönelik olduğu”[17] denilerek, belirttiğimiz şekilde, iradeye önem ve üstünlük tanınmıştır. Bu itibarla, dava dilekçelerinin verilebileceği yerler bakımından genişletici bir yorumdan hareketle esnek ve hoşgörülü bir çözümü benimseyip uygulamış olan Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin aynı esnekliği ve hoşgörüyü diğer yargı yerlerinden görevsizlik kararı verilerek kendisine gönderilen dosyalar bakımından da göstermesi; hem benzer bir konuda içtihadının tutarlı olmasını sağlayacak ve hem de hak arama özgürlüğünün gelişip pekişmesine hizmet edecektir.

 

İdari Yargılama Usulü Kanunu ve Genel İdari Yargıdaki Durum

 

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun, “Dilekçelerin Verileceği Yerler” başlıklı 4. maddesinde, “Dilekçeler ve savunmalar ile davalara ilişkin her türlü evrak, Danıştay veya ait olduğu mahkeme başkanlıklarına veya bunlara gönderilmek üzere idare veya vergi mahkemesi başkanlıklarına, idare veya vergi mahkemesi bulunmayan yerlerde asliye hukuk hakimliklerine veya yabancı memleketlerde Türk konsolosluklarına verilebilir.” düzenlemesine yer verilmiştir. Aynı Kanunun 6. maddesinde ise, “Danıştay, idare mahkemesi ve vergi mahkemesi başkanlıklarına veya 4 üncü maddede yazılı yerlere verilen dilekçelerin harç ve posta ücretleri alındıktan sonra deftere derhal kayıtları yapılarak tarih ve sayısı dilekçenin üzerine yazılır. Dava bu kaydın yapıldığı tarihte açılmış sayılır.”

Hemen belirtmek gerekir ki, anılan düzenlemeler, yalnızca dava dilekçesini değil, aynı zamanda dava dilekçesi üzerine yapılan tüm işlemleri (yazışmaları) örneğin, cevap dilekçesi, davacının ikinci dilekçesi ve davalının ikinci cevap dilekçesi ile sonradan ibraz olunan belgeleri de (m. 20/1 ve 21) kapsamaktadır.

İdari Yargılama Usulü Kanununun getirdiği düzenlemeyi 521 sayılı eski Danıştay Kanununda yer alan düzenlemeyle karşılaştırmak gerekirse; dilekçelerin valilik ve kaymakamlıklara verilebilmesi olanağı ortadan kaldırılmış ve bunu yerine idare ve vergi mahkemesi başkanlıkları ile asliye hukuk hakimliklerine verilebilmesi olanağı getirilmiştir. Ayrıca yurt dışında verilip gönderilecek dilekçeler için de 521 sayılı Kanun Türk elçilik ve konsolosluklarını verilebilme olanağını getirmesine karşın, İYUK bunu yalnızca Türk konsolosluklarına verilebilmesi olanağı ile sınırlandırmıştır.

İdari Yargılama Usulü Kanununun getirdiği düzenlemeyi Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanununun getirdiği düzenlemeyle karşılaştırmak gerekirse; yurt dışında verilecek dilekçeler bakımından her iki Kanun da aynı düzenlemeyi getirmiş bulunmaktadır. Ancak yurt içi bakımından dilekçelerin verileceği yerler gösterilirken bazı farklılıkların olduğu görülmekte olup, bunları şöyle sıralayabiliriz:

1-                      Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanununa göre, dilekçeler en yakın amirliklere de verilebildiği (m. 37) halde, İdari Yargılama Usulü Kanununda (m.4) dilekçelerin verilebileceği yerler arasında bu şekilde idari mercilere yer verilmemiştir. Her iki Kanun arasındaki bu farkı, asker kişilerin çalışma düzeni, disiplini, özelliği ve gerekleriyle açıklamak mümkündür. Yani, asker kişilerin görev yerlerini terk etmekteki güçlük ve sakıncalar dikkate alınarak, en yakın amirlerine dilekçe verebilme olanağı tanınmıştır denilebilir.

2-                      Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanununa göre bölge idare mahkemesi başkanlıklarına da dilekçelerin verilebilmesi olanaklı olduğu halde, İdari Yargılama Usulü Kanununda bu olanağa yer verilmemiştir. Söz konusu farklı düzenlemelerin nedeni anlaşılamamakla birlikte, her iki Kanunda da dilekçelerin idare mahkemesi başkanlıklarına da verilebilmesi olanağı getirilmiş bulunduğundan ve ülkemizdeki mevcut durum göz önünde bulundurulduğunda, bölge idare mahkemeleri ile idare mahkemelerinin kurulmuş bulunduğu yerler (il merkezleri) aynı olduğundan bu farklılığın pratik bir önemi ve sonucu bulunmamaktadır.

3-                      Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu, dilekçelerin verilebileceği yerler arasında vergi mahkemesi başkanlıklarını saymadığı halde, İdari Yargılama Usulü Kanunu isabetli olarak buna da yer vermiştir. Görüldüğü üzere, bu defa da İdari Yargılama Usulü Kanununa göre dilekçelerin verilebileceği yerler arasında sayılan bir yere Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanununda yer verilmemiştir. Buradaki farklı düzenleme önemlidir ve üzerinde durulması gerekmektedir. Zira, yukarıda da belirtildiği gibi, ülkemizde idari yargı yerlerinin mevcut kuruluş durumları göz önüne alındığında, bölge idare mahkemeleri ile idare mahkemelerinin kurulmuş bulunduğu yerler (il merkezleri) bakımından tam bir örtüşme (aynılık) söz konusu olduğu halde, vergi mahkemeleri bakımından aynı şey söylenemez. Gerçekten de, idari yargı yerlerinin mevcut kuruluş durumlarına bakıldığında; 28 il’de bölge idare mahkemesi kurulmuş ve yine bu illerde olmak üzere yeteri kadar idare mahkemesi kurulmuştur. Halbuki, söz konusu bölge idare mahkemelerinin yargı çevresinde olmak üzere, ancak değişik 35 il merkezinde vergi mahkemesi mevcuttur. Bunun anlamı; bölge idare mahkemesinin olduğu her il merkezinde idare ve vergi mahkemesi vardır ancak, vergi mahkemesinin olduğu her il merkezinde bölge idare ve idare mahkemesi bulunmayabilir. Hal böyle olunca, vergi mahkemesi başkanlıklarına da dilekçelerin verilebilmesinin ek bir kolaylık teşkil ettiği söylenebilir. Bu farklılığın nedeni de anlaşılabilir değildir. Gerçi, yukarıda da anlatıldığı gibi, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi bu boşluğu içtihadı ile doldurarak, vergi mahkemesi başkanlıklarına verilen dilekçeleri de bu yerlere veriliş tarihini esas almak suretiyle kabul edip işleme koymaktadır. Dolayısıyla, uygulama itibariyle bu farklılık ortadan kalkmıştır denebilir. Ancak, yine de bu yöndeki farklı düzenlemelerin nedeni meraka değer olsa gerek.

Dilekçelerin verilebileceği yerler ile ilgili olarak Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanununu ile İdari Yargılama Usulü Kanununun getirdiği düzenlemeleri bu şekilde karşılaştırdıktan  sonra şimdi de bu konuda Danıştay’ın yorum ve uygulaması ile Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin yorum ve uygulamasını karşılaştırmak istiyoruz.

Daha önce de belirttiğimiz gibi, Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin uygulamasına göre, dilekçelerin verilebileceği yerler bakımından uyulması zorunlu bir sıralama yoktur. Yani, en yakın amir, bölge idare mahkemesi ve idare mahkemesi bulunan bir yerde bu yerlerden herhangi birine ve hatta asliye hukuk hakimliğine verilen dilekçelerin de söz konusu yerlere veriliş tarihi itibariyle süreyi kestiği kabul edildiği halde, Danıştay’ın uygulaması aksi yöndedir. Danıştay’a göre, “İdare ve vergi mahkemesi bulunan yerlerde asliye hukuk hakimliğine verilen dilekçeyle açılan davada, dava süresinin tespit edilmesi gerekmektedir”[18]. Danıştay, başka bir kararında da, “2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Yasasının 4 üncü maddesinde de, idari yargı yerlerinde asliye hukuk hakimlikleri aracılığıyla dava açılmasına olanak tanınmıştır. Bu yolla açılacak davada dava tarihi 2577 sayılı Yasanın 6 ncı maddesi hükmüne göre, dava dilekçesinin idari yargı yerine intikal ettirilmek üzere asliye hukuk hakimliğine verildiği tarih olmaktadır. Ancak belirtilen şekilde asliye hukuk hakimliği aracılığıyla idari yargı yerlerinde dava açılabilmesi, 2577 sayılı Yasanın 4 üncü maddesinde de, o yerde idare ve vergi mahkemeleri bulunmaması koşuluna bağlanmıştır.”[19] diyerek, dilekçelerin verilebileceği yerler bakımından bir sıralamaya uyulması gerektiğine işaret etmiştir.

Aynı şekilde Danıştay 10. Dairesi, “İstanbul ilinde idare mahkemesi bulunması nedeniyle Şişli 3. Asliye Hukuk Mahkemesi kanalıyla gönderilen karar düzeltme dilekçesinin İstanbul… İdare Mahkemesinde kayda girdiği tarihin esas alınması gerektiğine”[20] karar vermiş olduğu halde, Danıştay 4. Dairesi, “Buna göre 14.10.1994 tarihinde ihbarnameyi tebellüğ eden davacının 14.11.1994 tarihinde Şişli Asliye Hukuk Mahkemesinde kayıt gören dilekçeyle açtığı davayı süreaşımı nedeniyle reddeden mahkeme kararında isabet bulunmadığı gerekçesiyle, İstanbul 1. Vergi Mahkemesinin kararının bozulmasına”[21] karar vermiştir.

Öte yandan, Danıştay 6. Dairesi de, vergi mahkemesi bulunan yerlerde sulh hukuk mahkemesine verilen ve karar düzeltmeye ilişkin bulunan dilekçeyle sürenin kesilemeyeceğine hükmetmiş[22] ve Danıştay 8. Dairesi de, 12.01.1993 gün ve E. 1991/3183, K. 1993/122 sayılı kararıyla[23], Bakırköy Asliye Hukuk Mahkemesine verilen dilekçenin süreyi kesmeyeceğini kabul etmişken; Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu 17.2.1995 gün ve E. 1993/559, K. 1995/104 sayılı kararıyla[24], “…dava dilekçesinin İstanbul İdare Mahkemesine gönderilmek üzere müstakil bir ilçe olan, ayrı bir Asliye Hukuk Mahkemesi yargı çevresi niteliğinde bulunan Pendik Asliye Hukuk Hakimliği verilmesini 2577 sayılı Kanunun 4. maddesine aykırı kabul etmeye olanak bulunmamakta ve 3.11.1991 günü tebliğ edilen işleme karşı 31.12.1991 günlü dilekçe ile Pendik Asliye Hukuk Mahkemesi kanalıyla açılan davanın süresinde olduğu anlaşılmaktadır…” gerekçesiyle yerel mahkemenin direnme kararını bozarak, dilekçelerin verilebileceği yerler arasında uyulması zorunlu bir sıralama görmemiştir. Halbuki, yukarıda da belirttiğimiz gibi, AYİM, böyle uyulması zorunlu bir sıralama olduğunu kabul etmemiştir.

İdari Dava Daireleri Genel Kurulunun anılan kararına katıldığımızı ve bunun Danıştay’ın yerleşik içtihadı haline gelmesini temenni ettiğimizi belirtmek isteriz. Gerçekten, gerek İstanbul gibi ulaşım olanaklarının zor olduğu büyük şehirlerde ve gerekse örneğin Diyarbakır gibi bazı ilçelerin il merkezlerine olan uzaklığının oldukça fazla ve mevsimsel zorluklar ile yol durumu itibariyle ulaşımın zor olduğu yerlerde il merkezinde idare ve vergi mahkemelerinin varlığına karşın, ilçedeki asliye hukuk hakimliklerine verilen dilekçelerin süreleri kestiği kabul edilerek, buna göre işlem yapılmasında hak arama özgürlüğünün korunup pekiştirilmesine katkı sağlayacağından, daha isabetli olacaktır.

Askeri Yüksek İdare Mahkemesi gibi, Danıştay da, “2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 9 uncu maddesinde yer alan, çözümlenmesi Danıştay’ın idare ve vergi mahkemelerinin görevlerine girdiği halde, adli veya askeri yargı yerlerine açılmış bulunan davaların görev noktasından reddi halinde, bu husustaki kararların kesinleşmesini izleyen günden itibaren 30 gün içinde görevli mahkemede dava açılabileceği, aynı Kanunun 4 üncü maddesinde de idare mahkemelerine açılacak davalara ait dilekçelerin verilebileceği yerlerin belirtildiği, bu usule aykırı olarak dosyanın asliye hukuk mahkemesine gönderilmesi şeklinde bir dava açma usulünün mevzuatta yer almadığı…”[25] gerekçesiyle adli yargı yerlerince görevsizlik kararı  verilen dosyaların müracaat üzerine idari yargı yerlerine gönderilmesi halinde bu haliyle davanın açılmış sayıldığını kabul etmemektedir[26].

Uygulamada karşılaşılan bir başka sorun da, dilekçelerin posta merkezlerine verilmek suretiyle ilgili yargı yerine gönderilmesi halinde yapılmak istenen işlemin tabi olduğu süre bakımından hangi tarihin esas alınması gerektiğine ilişkindir. Daha açık bir ifadeyle, dilekçelerin ilgili yargı yerine gönderilmek üzere posta idaresine verilmesi halinde, sürenin başlangıcına esas alınacak tarih, dilekçenin posta idaresine verildiği tarih mi yoksa ilgili yargı yerine ulaştığı tarih mi olacaktır?

Danıştay, eski 521 sayılı Danıştay Kanununun yürürlükte olduğu dönemde vermiş olduğu kararlarında, “Yasa(da) yazılı yerlerden olmayan posta merkezlerine verilmek suretiyle Danıştay Başkanlığına gönderilen dilekçelerle açılan davaların ve yapılan karar düzeltme istemlerinin, bu dilekçelerin Danıştay genel evrak kalemine kaydının yapıldığı tarihte açılmış ya da yapılmış sayılacağı yasa hükmü gereği açıkça bellidir.”[27] diyerek, dilekçelerin posta idaresine veriliş tarihini değil, Danıştay genel evrak kalemine ulaştığı tarihi esas almıştır[28].

Danıştay’ın uygulaması İdari Yargılama Usulü Kanunu döneminde de değişmemiştir. Buna göre, taahhütlü de olsa posta ile dava açma şekli öngörülmemiştir[29]. Danıştay 4. Dairesi de verdiği bir kararında da bu hususu daha açık bir şekilde belirtmiştir. Karara göre, “…Kanunda, dilekçelerin yargı mercilerine doğrudan posta ile gönderilmesi halinde postaya veriliş tarihinin yargı yerine başvurma tarihi olarak kabul edileceğine dair herhangi bir hüküm mevcut değildir. Bu durumda posta ile gönderilen dilekçelerin yargı yerine ulaştığı ve kayda geçildiği tarihte dava açıldığı, temyiz yada düzeltme isteminde bulunulduğunun  kabulü gerekmektedir.”[30]

Askeri Yüksek İdare Mahkemesince de, dilekçeler ile savunmalar ve davalara ilişkin her türlü evrakın posta ile gönderilebileceği ve bu şekilde doğrudan göndermelerde, dilekçe ve diğer belgelerin postaya verildiği tarih değil, Mahkeme kaydına geçtiği tarih esas alınmak suretiyle işlem yapılacağı ifade edilmiştir[31].

Fransa’daki uygulama da böyle olmakla birlikte, bazen dilekçe süresinde posta idaresine verildiği halde, grev ve benzeri nedenlerle, posta idaresinin geç ve yavaş çalışması nedeniyle, postadaki anormal gecikmeler suretiyle dilekçenin süresinden sonra ilgili yargı yerine ulaşması durumunda, bu husus göz önünde bulundurularak süresinde posta idaresine verilmiş olmak kaydıyla, süresinden sonra da olsa ilgili yargı yerine ulaşan dilekçeler, süresinde ulaşmış gibi işleme konulmaktadır[32]. Ülkemiz bakımından böyle veya benzeri bir durumla ilgili olarak verilmiş bir Danıştay kararına rastlayamadık. Ancak, benzer durumlarda Fransız Danıştay’ının benimsediği çözümü kabul etmenin yerinde olacağını düşünüyoruz.

Uygulamada, faksla gönderilen dilekçelerin de, tabi oldukları süreyi kesmek bakımından herhangi bir etkisinin olamayacağı kabul edilmektedir. Nitekim, Danıştay 7. Dairesi, “… Dosyanın incelenmesinden; Tebligat Kanunu hükümlerine uygun olarak davalı İdareye, …gününde tebliğ edilen mahkeme kararına karşı yasal sürenin geçirilmesinden sonra, …gününde kayıtlara geçen dilekçe ile temyiz başvurusunda bulunulduğu anlaşılmıştır.

Her ne kadar, temyiz istemini içeren dilekçeden önce, … tarihinde fakslanan dilekçeyle kararın temyiz talebinde bulunulmuş ise de, söz konusu belgenin yukarıda açıklanan yasal düzenlemeler karşısında, imzalı temyiz dilekçesi olarak kabulü mümkün görülmemiştir…”[33]diyerek, bu konudaki tutumunu ortaya koymuştur.

Kanaatimizce, böyle bir durumda faksla gönderilen dilekçeyi imzasız bir dilekçe olarak kabul edip, İYUK’un 15.maddesinin d) bendinin öngördüğü çözüm uyarınca, dava dilekçesinin Kanunun 3.maddesine uygun bir şekilde hazırlanmadığı (imza eksikliği) nedeniyle, dilekçenin reddedilip, dilekçe sahibine 30 gün süre tanıyarak, bu süre içinde eksikliği giderdiği takdirde, başvurusunun ilk başvuru tarihi esas alınarak, kabul edilmesinin ve sürenin ona göre hesaplanmasının hem İYUK’a ve hem de hukuk devletinin gereklerine daha uygun düşen bir çözüm olacağı söylenebilir. Nitekim, Fransız Danıştay’ı da, sonradan imzalı dilekçe vermek kaydıyla, telgraf, teleks, ve faks ile  yapılan başvuruları kabul etmektedir. Bu şekilde yapılan başvurular, süresinden sonra olsa dahi, imzalı dilekçelerle teyit ediliyorsa, geçerli başvurular olarak kabul edilmektedir[34].

Posta idaresine verilmek suretiyle gönderilen dilekçelerde olduğu gibi, Cumhuriyet Savcılıklarına verilen dilekçelerde de, dilekçelerin işleme konulması bakımından esas alınan tarih, dilekçelerin bu yerlere verildiği tarih değil; ilgili yargı yerine ulaştığı tarih esas alınmak suretiyle sürenin hesabı yapılmaktadır. Örneğin Danıştay 5. Dairesinin bir kararında, “…Adli Yargı Adalet Komisyonu Başkanı tarafından 17.12.1998 tarihinde yeniden düzenlenen temyiz dilekçesinin, ‘Danıştay Başkanlığına sunulmak üzere Samsun İdare Mahkemesi Başkanlığına gönderilmesi’ için Cumhuriyet Başsavcılığına gönderildiği; daha sonra … Cumhuriyet Başsavcılığının…günlü … sayılı yazısı ile Samsun İdare Mahkemesine gönderilen bu dilekçenin 11.1.1999 tarihinde adı geçen mahkeme kayıtlarına girdiği dosyanın incelenmesinden anlaşılmıştır…Asliye Hukuk Mahkemesine verilmesi olanağı bulunmakta iken, davalı idarece bu yol izlenmediği; temyiz dilekçesinin (iç yazışmalar yapılmak suretiyle) davanın görülmekte olduğu Samsun İdare Mahkemesine doğrudan gönderildiği ve bu dilekçenin Dairemizin anılan kararında belirtilen 15 günlük süre geçirildikten sonra 11.1.1999 tarihinde adı geçen mahkemenin kayıtlarına girdiği açık olup, belirtilen hukuki ve fiili durum karşısında davalı idarenin temyiz isteminde bulunmamış sayılmasına…karar verildi”[35] denilerek, Kanunda sayılmayan yerler arasında yer alan cumhuriyet savcılıklarına verilen dilekçelerle sürenin kesilmeyeceğine hükmetmiştir.

Uygulamada karşılaşılan diğer bir sorun da, Yasada belirtilen yerlere verilen dilekçelerin, bu yerlerce en geç üç gün içinde ait olduğu yere taahhütlü olarak gönderilmesi gerekirken (İYUK m.6/3, AYİMK m.39/3); böyle yapılmayıp, kaydı ve havalesi yapıldıktan sonra dilekçenin sahibine geri verilmesi ve onun da bu dilekçeyi çok sonraki bir tarihte posta yoluyla ilgili yargı yerine göndermesi halinde ortaya çıkmaktadır. Danıştay, böyle durumlarda uyuşmazlıkta; “..Olayda dava dilekçesi Dörtyol Asliye Hukuk Mahkemesince harçlandırılarak 8.4.1991 günlü kayda girmiş olduğuna göre dava bu günde  ve dava konusu işlemin duyurma gününe göre de süresinde açılmıştır. Dava dilekçesinin ilgili yargı yerine Asliye Hukuk Mahkemesince taahhütlü olarak gönderilmeyip davacıya elden verilmiş olması usul ve yasaya aykırı ise de; Asliye Hukuk Mahkemesi kaydına girdikten sonra elden alınan dilekçenin 6 ay gibi uzun bir süre geçirildikten sonra görevli ve yetkili mahkemeye verilmiş olmasının kusurunun davacıya yüklenmesine olanak yoktur. Bu nedenlerle davanın Dörtyol Asliye Hukuk Mahkemesi kaydına göre süresinde açıldığı anlaşıldığından aksi düşünüşle verilen kararda hukuka uyarlık bulunmamaktadır…”[36] diyerek, ilgililerin hakkını koruyacak yönde karar vermiştir.

Hatta, bir olayda, asliye hukuk hakimliğine verilen bir dilekçenin hakim tarafından yalnızca havalesinin yapılması ile yetinilerek deftere kaydı yapılmaksızın, sahibine iade edilmesi ve onun tarafından da sonraki bir tarihte posta ile gönderilmesinde, Vergi Dava Daireleri Genel Kurulu ısrar kararı üzerine yaptığı inceleme neticesinde verdiği kararında, “…Temyiz dilekçesinin verildiği Asliye Hukuk Hakimliğinde dilekçenin kayda geçirilip alıkonması gerekirken postaya verilmek üzere temyiz edene verilmesi ve bu nedenle dilekçe üzerinde sadece havale bulunması halinde, temyiz edenin süresinde postaya vermiş olduğu dilekçe ile yapılan temyiz başvurusunun süresinde”[37] olduğunun kabul edilmesi gerekir diyerek, bu konuda asliye hukuk hakimlerince yapılabilecek muhtemel yanlışlıkların sonuçlarından ilgilileri koruyucu yönde karar vermiştir ki, böyle bir yaklaşıma aynen katıldığımızı belirtmek isteriz.

Bu konuda belirtmek istediğimiz bir husus da, Danıştay 1. Dairesinin bir kararında da belirtildiği üzere, “Danıştay’ın idari görevlerine ilişkin dilekçelerin Danıştay’a gönderilmek üzere idare mahkemelerine yada hakimliklerine verilmiş bir yetki bulunmadığı…”[38] için bu yerlere verilmek suretiyle Danıştay’a gönderilen dilekçelerin usulüne uygun bir şekilde gönderilmediği gerekçesiyle ilgili yere geri gönderilmesi gerekmektedir ve böyle bir yanlış başvurunun tabi olduğu süre bakımından da herhangi bir etkisi (süreyi kesme, durdurma gibi) bulunmamaktadır. Dolayısıyla, ilgililerin bu durumu göz önünde bulundurarak, gerek 4.12.1999 tarihinde yürürlüğe giren 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun ve gerekse özel kanunlarda yer alan hükümler (2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu m. 53) uyarınca yapacakları itirazlar ile diğer konulardaki itirazlar (1580 sayılı Belediye Kanununun 72 ve 73. maddeleri gibi) başvuru sürelerini kaçırmamaları için bu tür yanlışlıklar yapmamaları gerekmektedir.

 

SONUÇ

           

            İdari yargıda, dava dilekçeleri ve dava ile ilgili her türlü evrakın ait olduğu yargı yerine verilmesi kural olmakla birlikte, ilgililere bir kolaylık olmak üzere, bu yerlere gönderilmek üzere birtakım yerlere de verilebilmesi olanağının tanınmış olması; hukuk devleti ve onun olmazsa olmaz gereklerinden olan hak arama özgürlüğü[39] bakımından son derece olumludur. Bu konuda, mevzuatımızda yer alan düzenlemeler gereksinimlere cevap verebilecek yeterlikte olmakla birlikte, söz konusu kuralları uygulayacak olan idari yargı yerlerinin de biçimsel ve dar yorum sayılabilecek bir tutumdan kaçınmaları ile, idari yargı yerleri önünde hak arayan kişilerin bir güçlükle karşılaşmayacakları söylenebilir.


 

[1] 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanununda bu şekilde açık ve ayrı bir düzenleme olmamakla birlikte, Askeri İdari Yargıda da yazılı yargılama  usulünün geçerli olduğu adı geçen Kanunun değişik maddelerindeki düzenlemelerden anlaşılabilmektedir. (Örneğin 36 vd. maddeleri).

[2] A. Şeref GÖZÜBÜYÜK-Turgut TAN, İdare Hukuku, Cilt II, İdari Yargılama Hukuku, Yenilenmiş Bası, Ankara, 2003, s.766; A. Şeref GÖZÜBÜYÜK- Güven DİNÇER, İdari Yargılama Hukuku, Ankara, 1996, s.3; A. Şeref GÖZÜBÜYÜK, Yönetsel Yargı, 14. Bası, Ankara, 2001, s.344.

[3] Fuad AZGUR, Gerekçeli Yeni Danıştay Kanunu, Ankara, 1965s.122-123;Yüksel ESİN-Erol DÜNDAR, Danıştay’da Açılacak Tazminat Davaları-Usul, Ankara, 1976, s. 253-254; Kenan ARAL, Danıştay Muhakeme Usulü, Ankara, 1965, s.230-231;Aydın H. TUNCAY-Orhan ÖZDEŞ- Recep BAŞPINAR, “İdari Yargılama Usulü”, Yüzyıl Boyunca Danıştay, Danıştay Yayını, 1968, s.625. ancak, 3546 sayılı Kanunun 31. maddesindeki, “en büyük mülkiye amirine” ifadesi 521 sayılı Kanunun 64. maddesiyle, “valilik veya kaymakamlıklara” şeklinde değiştirilerek maddeye açıklık getirilmiştir. Bkz. TUNCAY-ÖZDEŞ-BAŞPINAR, a.g.m., s.625.

[4] Kazım YENİCE-Yüksel ESİN, İdari Yargılama Usulü (Açıklamalı-İzahatlı-Notlu), Cilt:1, Ankara, 1983, s.151; AZGUR, a.g.e., s.123; ARAL, a.g.e., s. 231; Celal KARAVELİOĞLU, İdari Yargılama Usulü Kanunu, Cilt: 1, Ankara, 1999, s.441; Selami DEMİRKOL- Zuhal BEREKET BAŞ, (Teoride ve Pratikte) İdari Yargıda Dava Açma ve Davaların Takip Usulü, İkinci Baskı, İstanbul, 2001, s.32.

[5] Danıştay 10. Dairesinin 11.06.1998 gün ve E. 1997/809, K. 1998/2540 sayılı kararı, Danıştay Dergisi, Sayı:98, s.587-589.

[6] TUNCAY-ÖZDEŞ-BAŞPINAR, a.g.m., s.625; ARAL, a.g.e., s. 228-229; ESİN-DÜNDAR, a.g.e., s. 252.

[7] Danıştay 8. Dairesinin 21.6.1966 gün ve E. 1966/1648, K. 1966/2075 sayılı kararı; ESİN-DÜNDAR, a.g.e., s. 254’ten naklen. Kanaatimizce, daha isabetli olan kararın Azlık Oyu’nda ise şu görüşlere yer verilmiştir: “521 sayılı Danıştay Yasasının 66 ncı maddesinde ‘Danıştay Başkanlığına veya 64 üncü maddede yazılı yerlere verilen dilekçelerin harç ve kaydiyeleri ile posta ücretleri alındıktan sonra deftere kayıtları derhal yapılır ve kayıt tarih ve sayısı dilekçenin üzerine yazılır. Dava bu kaydın yapıldığı tarihte açılmış sayılır’ hükmü yer almıştır.

               Eyüp Kaymakamlığının dava dosyasında mevcut 22.3.1966 ve 7.5.1966 günlü yazılarında, davacı tarafından İstanbul Belediyesi aleyhine açılan 28.9.1964 günlü arzuhali ve eklerinin Eyüp Kaymakamlığının29.9.1964 gün ve 330 sayısına kaydı yapıldığı ve harcı alındığı, ancak dava evrakının kalemde zayi olması yüzünden Danıştay’a postalanamadığı açıkça belirtilmektedir. Yine dava dosyasındaki belgelerden, davacının kaymakamlığa tevdi ederek ziyaa uğrayan dava dilekçesi tarihinden önce 10.9.1964 gününde Gaziosmanpaşa Asliye Hukuk Mahkemesi’ne İstanbul Belediyesi aleyhine delil tespiti için başvurduğu ve Mahkemenin bu talebi yerinde görerek bilirkişi marifetiyle dava konusu iş hakkında tespit yaptırdığı anlaşılmaktadır.

               İptali istenen karar İdarece 4.8.1964 tarihinde tesis edilmiş ve Kaymakamlıkça zayi edilen dava dilekçesinin harcı alındıktan sonra kaydiyesi 30.9.1964 gününde yapılmış olduğu cihetle, ilk davanın süresinde açıldığı ve bu suretle o dava için sürenin bahis konusu olmadığı açıkça anlaşılmaktadır. Dava evrakının, davacının ihtiyarında olmayan sebeplerle ve Kanunun emri uyarınca kendilerine tevdi olunan makamlar tarafından ziya uğratılmış olmasına muttali olan ilgili hak sahibinin, ilk dava süresinde açıldığı cihetle, yeni bir süre bahis konusu edilemez.

               Bu itibarla Kaymakamlık yazıları yeterli görülmediği takdirde sair delil ve belgelerin, bu arada Kaymakamlıkta düzenlenen kayıtlar ile mahkemedeki tespit dosyalarının incelenmesinden sonra verilen dava dilekçesindeki hususların kaybolan dilekçe ile ayniyet arz ettiğinin anlaşılması halinde davaya bakılarak işin esası hakkında bir karar verilmek, dilekçeler ayniyet arz etmediği takdirde ise son davayı süreden reddetmek iktiza edeceği kanaatiyle, böyle bir incelemeye girilmeksizin davanın süre bakımından reddine mütedair olarak verilen karara karşıyım”

[8] Danıştay 5. Dairesinin 5.3.1968 gün ve E. 1967/3167 , K. 1968/696 sayılı kararı; ESİN-DÜNDAR, a.g.e., s. 253.

[9] Danıştay 5. Dairesinin 24.11.1971 gün ve E. 1971/8614 , K. 1971/7370 sayılı kararı, Danıştay 5. Daire Kararları (1970-1981) Birinci Kitap Cilt: II, Danıştay Başkanlığı Yayını, s. 568.

[10] ARAL, a.g.e., s. 231. Aral, bu konuda Kararlar Mecmuasının 24.sayısının 43.sayfasında yer alan 14.5.1943 tarihli, Danıştay 5. Dairesinin bir kararını örnek olarak göstermekte ise de, kararın Esas ve Karar Numarasını göstermemektedir ve kendi imkanlarımızla da söz konusu kararın metnine ulaşamadık.

[11] Danıştay’ın bu yöndeki tutumu bugün de devam ettiği için bununla ilgili görüşümüze ilerde yer vereceğiz.

[12] AYİM 1. Dairesinin 31.1.1984 gün ve E. 1984/4, K. 1984/23 sayılı kararı; Celâl ERKUT-Selçuk SOYBAY, Anayasa ve İdari Yargılama Hukukuna İlişkin Kanunlar, Genişletilmiş İkinci Bası, Filiz Kitabevi, İstanbul, 1990, s. 302. Kartal 2. Asliye Hukuk Mahkemesi aracılığıyla gönderilmiş dilekçe için bkz., AYİM 1. Dairesinin 22.1.2002 gün ve E. 2001/783, K. 2002/169 sayılı kararı, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Dergisi, Sayı: 17, Kitap 2, s. 1052.

[13] Örnek kabilinden belirtmek gerekirse, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi 2. Dairesinin 21.3.2001 gün ve E. 2000/763, K. 2001/240 sayılı kararı, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Dergisi, Sayı:16, s. 136-137. Bölge İdare Mahkemesi Başkanlığına verilen dilekçe için bkz. AYİM 1. Dairesinin 5.6.2001 gün ve E. 2001/667, K. 2001/742 sayılı kararı, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Dergisi, Sayı: 17, Kitap 1 (30. Kuruluş Yılı Özel Sayısı), s. 394. AYİM Daireler Kurulu, “…Davacı vekili, 17.9.2001 tarihinde İzmir Bölge İdare Mahkemesi aracılığıyla gönderilen ve 24.9.2001 tarihinde kayda geçen dava dilekçesi ile 12.11.2001 tarihinde İzmir Nöbetçi İdare Mahkemesi aracılığıyla gönderilen ve 19 Kasım 2001 tarihinde kayda geçen yenileme dilekçesinde …” diyerek, aynı yerde gerektiğinde bölge idare mahkemesi başkanlığına, gerektiğinde de idare mahkemesi başkanlığına verilen dilekçeleri kabul etmiştir. AYİM Daireler Kurulunun 11.4.2002 gün ve E.2001/124, K.2002/58 sayılı kararı, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Dergisi, Sayı: 17, Kitap 2 (30. Kuruluş Yılı Özel Sayısı), s. 1271.

[14] AYİM 1. Dairesinin 20.11.2001 gün ve E. 2001/1299, K. 2001/1251 sayılı kararı, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Dergisi, Sayı: 17, Kitap 1 (30. Kuruluş Yılı Özel Sayısı), s. 347.

[15] Örnek olarak şu kararları gösterebiliriz:

-        Batman Asliye Ceza Mahkemesine verilmek suretiyle gönderilen dilekçe için bkz. AYİM 1. Dairesi, 5.10.1999 gün  ve E.1999/871, K.1999/863 sayılı karar, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Dergisi, Sayı: 14, s.226-227.

-        Çankırı Asliye Ceza Mahkemesine verilmek suretiyle gönderilen dilekçe için bkz. AYİM 1. Dairesi, 23.10.2001 gün  ve E.2001/818, K.2001/1135 sayılı karar, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Dergisi, Sayı: 17, Kitap II, s.649.

-        Kocaeli Vergi Mahkemesine verilmek suretiyle gönderilen dilekçe için bkz. AYİM 1. Dairesi, 18.10.2000 gün  ve E.1999/100, K.2000/635 sayılı karar, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Dergisi, Sayı: 15, s.989.

-        Balıkesir Vergi Mahkemesine verilmek suretiyle gönderilen dilekçe için bkz. AYİM 1. Dairesi, 16.04.2002 gün  ve E.2001/802, K.2002/617 sayılı karar, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Dergisi, Sayı: 17, Kitap II, s.864. Örnek kabilinden olmak üzere yer verdiğimiz bütün bu kararlarda, dava dilekçelerinin ilgili yerlere veriliş tarihi esas alınmak suretiyle işlem yapılmıştır.

[16] AYİM 1. Dairesinin 8.5.2001 gün ve E. 2001/503 , K. 2001/616 sayılı kararı, AYİMD, Sayı:16, s.106-107.

[17] Danıştay 4. Dairesinin 27.12.1995 gün ve E. 1994/2238, K. 1995/3 sayılı kararı, Sabri ÇOŞKUN-Müjgan KARYAĞDI, İdari Yargılama Usulü, Ankara, 2001, s.540.

[18] Danıştay 4. Dairesinin 24.1.2000 gün ve E. 1999/5360, K. 2000/151 sayılı kararı, Danıştay Dergisi, Sayı: 104, s.251-252; Danıştay 8. Dairesi de, “…2577 sayılı Yasanın 4. maddesinde dilekçelerin verileceği yerler sayılmış olup, idare ve vergi mahkemesinin olmadığı yerde dilekçenin asliye hukuk mahkemesine verilebileceği, İçel Vergi Mahkemesinin bulunduğu Mersin’de bu durumda yetkili olmayan asliye hukuk mahkemesi aracılığıyla gönderilen ve süresinde olmadığı anlaşılan bu davanın esastan incelenerek sonuçlandırılmasına hukuken olanak bulunmadığı gerekçesiyle, süre yönünden reddeden Adana 1. İdare Mahkemesi kararının; biçimin özü bağlamaması ve adaletin önünün açılması gerektiği öne sürülerek 2577 sayılı Yasanın 49. maddesi uyarınca temyizen incelenerek bozulması istemidir.

               İdare mahkemesince verilen kararın dayandığı gerekçe usul ve yasaya uygun olup, bozulmasını gerektiren bir neden bulunmadığından, temyiz isteminin reddi(ne)” karar vermiş bulunmaktadır. Danıştay 8. Dairesinin 19.2.1997 gün ve E.1995/2244, K.1997/528 sayılı kararı, İbrahim TOPUZ-Kadir ÖZKAYA, Açıklamalı-İçtihatlı İdari Yargılama Usulü Kanunu, Mahalli İdareler Derneği Yayını, Ankara, 2002, s.147-148.

[19] Danıştay 10. Dairesinin 7.11.1988 gün ve E. 1986/451, K. 1988/1807 sayılı kararı, Danıştay Dergisi, Sayı: 74-75, s. 610.

[20] Danıştay 10. Dairesinin 16.9.1996 gün ve E. 1996/4551, K. 1996/4774 sayılı kararı, DEMİRKOL-BAŞ, a.g.e., s. 32.

[21] Danıştay 4. Dairesinin 27.12.1995 gün ve E. 1995/1175, K. 1995/5867 sayılı kararı; COŞKUN-KARYAĞDI, a.g.e., s. 539-540. Danıştay 10. Dairesi de, “İdare ve vergi mahkemesi bulunmayan yerlerde davanın, dava dilekçesinin ilgili asliye hukuk hakimliğine kaydettirildiği tarihte açılmış sayılacağına…” karar vererek, Beypazarı Asliye Hukuk Hakimliğine verilmek suretiyle Ankara İdare Mahkemesine gönderilen dava dilekçesinin, Beypazarı Asliye Hukuk Hakimliğine verildiği tarih esas alınmak suretiyle dava açma süresinin hesaplanması gerektiği gerekçesiyle, aksi yönde verilen idare mahkemesi kararını bozmuştur. Bkz. 10. Dairesinin 11.06.1998 gün ve E.1997/809, K.1998/2540 sayılı kararı, TOPUZ-ÖZKAYA, a.g.e., s.148-149.

[22] Danıştay 6. Dairesinin 30.9.1983 gün ve E. 1982/4780, K. 1983/2970 sayılı kararı; DEMİRKOL-BAŞ, a.g.e., s. 32 dipnot 2.

[23] DEMİRKOL-BAŞ, a.g.e., aynı yerde.

[24] DEMİRKOL-BAŞ, a.g.e., s. 33. Danıştay 9. Dairesi de yeni tarihli bir kararında, “…Olayda, kamulaştırma bedelinden kesinti suretiyle tahsil edilen cezalı emlak vergisi ile gecikme faizine ilişkin işlemin 23.2.1998 tarihinde tebliğ edilmesi üzerine, dava dilekçesinin davacı şirketin avukatı tarafından 20.3.1998 tarihinde 30 günlük dava açma süresi içinde İstanbul Vergi Mahkemesine gönderilmek üzere, idare ve vergi mahkemesi bulunmayan ve müstakil bir ilçe olan, ayrı bir asliye hukuk mahkemesi yargı çevresi bulunan Pendik Asliye Hukuk Hakimliğine verildiği anlaşılmaktadır.

               Bu durumda, vergi mahkemesince davanın süre aşımı nedeniyle reddine karar verilmesinde isabet görülmemiştir…” diyerek, İdari Dava Daireleri Genel Kurulu ile aynı doğrultuda karar vermiştir. Bkz. Danıştay 9. Dairesinin 18.1.2000 gün ve E.1999/1816,K.2000/22 sayılı kararı, TOPUZ-ÖZKAYA, a.g.e., s.143.

[25] Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulunun 3.12.1993 gün ve E. 1993/769, K. 1993/583 sayılı kararı, Danıştay Dergisi, Sayı: 89, s.114-116.

[26] Bu konuda görüşümüzü, daha önce aynı konuyla ilgili AYİM uygulamasını anlatırken belirtmiştik ve bu görüşümüzün Danıştay’ın uygulaması bakımından da geçerli olduğunu belirtmekle yetiniyoruz.

[27] Danıştay Dava Daireleri Kurulunun 27.4.1979 gün ve E. 1978/1339, K. 1979/209 sayılı kararı, YENİCE-ESİN, a.g.e., s. 152, dipnot 235. Belirtmek gerekir ki, Fransa’da da dilekçeler ile diğer belgeler, ait oldukları yargı yerine doğrudan verilebileceği gibi, posta yolu ile de gönderilebilir ve taahhütlü de olsa posta ile gönderilen dilekçeler, ait oldukları mahkeme kalemine ulaştıkları tarih esas alınmak suretiyle işlem yapılmaktadır. Konu ile  ilgili daha fazla açıklama ve karar örnekleri için bkz. René CHAPUS, Droit du Contentieux Administratif, Montchrestien, Sekizinci Baskı, Paris, 1999, s.454-455; Chiristian GABOLDE, Procédure Des Tribunaux Administratifs Et Des Cours Administratives D’Appel, Dalloz, Altıncı Baskı, Paris, 1997, s. 109-110.

[28] Nitekim Danıştay, karar düzeltme talebiyle ilgili olarak yapılan bir başvuruda da, “Karar düzeltme isteminde bulunan davacı, Danıştay 6. Dairesinin K.73/3166 sayılı ve 10.9.1973 tarihli dilekçe red kararının kendisine 25.9.1973 tarihinde tebliğ edildiğini, kendisinin yenileme dilekçesini 23.10.1973 tarihinde Burdur PTT idaresine verdiğini, bu nedenle otuz günlük yenileme süresini geçirmemiş olduğunu iddia etmekte ise de; …Kanun(da)…dilekçe ve eklerinin PTT ile(de) gönderilebileceğine dair bir sarahat olmadığından, yenileme süresinin dava dilekçesinin PTT idaresine verildiği tarih esas alınarak hesaplanması mümkün değildir. Bu nedenle Danıştay evrak kalemine 26.10.1973 tarihinde kaydedildiği anlaşılan yenileme dilekçesinin otuz günlük yenileme süresinin geçirilmesi sebebiyle süreden reddedilmesinde isabetsizlik yoktur. Belirtilen nedenle karar düzeltme talebinin reddine” diyerek aynı doğrultuda karar vermiştir. Danıştay 6. Dairesinin 14.10.1974 gün ve E. 1974/2313, K. 1974/4254 sayılı kararı, YENİCE-ESİN, a.g.e., s. 152, dipnot 235. aynı yönde Vergi Dava Daireleri Genel Kurulu da, “Mahkemenin, ‘dilekçe red’ kararından sonra, yenileme dilekçesinin PTT’ye veriliş tarihi değil, mahkeme kalemine geliş tarihini esas alarak davayı süreden reddetmesi yasaya uygundur.” diyerek aynı yönde karar vermiştir. Vergi Dava Daireleri Genel Kurulunun 4.11.1988 gün ve E. 1988/1, K. 1988/126 sayılı kararı, Danıştay Dergisi, Sayı:74-75, s. 154-158. Aynı yönde bkz. Danıştay 4. Dairesinin 24.12.1987 gün ve E.1985/2599, K. 1987/1034 sayılı kararı, Danıştay Dergisi, Sayı:68-69, s.335-337.

[29] Danıştay 7. Dairesinin 18.2.1992 gün ve E. 1991/2624, K. 1992/309 sayılı kararı, Danıştay Dergisi, Sayı: 86, s.399-400. Gerçi, Danıştay’ın bu kararı, ilk bakışta, dilekçelerin posta yoluyla gönderildiği için kabul edilmediği şeklinde bir izlenim uyandırmakta ise de; esasen bu nedenle değil, dilekçenin süresinden sonra ilgili yargı yerine ulaşmış olması nedeniyle davayı süreden reddeden yerel mahkeme kararını onayladığı anlaşılmaktadır.

[30] Danıştay 4. Dairesinin 27.9.1984 gün ve E. 1984/55, K. 1984/3440 sayılı kararı, Danıştay Dergisi, Sayı: 58-59, s. 160-161. Aynı yönde başka bir karar için bkz. Danıştay 7. Dairesinin 21.1.1985 gün ve E. 1984/198, K. 1985/114 sayılı kararı, Danıştay Dergisi, Sayı: 60-61, s. 329-330.

[31] “Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde Dava Açma Usul ve Yolları ve Dilekçe Örnekleri” Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Dergisi, Sayı: 16, s. IX. Konuyla ilgili olarak açık ifadelere yer veren  bir AYİM kararına rastlamadık. Ancak, Yüksek Mahkemenin, “…tarihinde kayda geçen dava dilekçesinde özetle” şeklinde kullandığı ifadelerin posta yoluyla gönderilen dilekçeleri de kapsadığını zannediyoruz. Ayrıca bkz. COŞKUN-KARYAĞDI, a.g.e., s.646.

[32] CHAPUS, a.g.e., s.454; GABOLDE, a.g.e., s.109.

[33] Danıştay 7. Dairesinin 8.6.2000 gün ve E. 2000/2119, K. 2000/1883 sayılı kararı, TOPUZ-ÖZKAYA, a.g.e., s.869.

[34] CHAPUS, a.g.e., s.454-455; GABOLDE, a.g.e., s.110. Ancak, Fransız Danıştay’ının bu genel tutumundan ayrıldığını gösteren kararlar da bulunmaktadır. Söz konusu kararlar için bkz. CHAPUS, a.g.e., s. 455.

[35] Danıştay 5. Dairesinin 10.3.1999 gün ve E. 1999/322, K. 1999/633 sayılı kararı, Danıştay Dergisi, Sayı: 103, s. 471-473.

[36] Danıştay 8. Dairesinin 21.11.1993 gün ve E. 1992/1166, K.1993/2258 sayılı kararı, Danıştay Dergisi, Sayı: 89, s. 495-498.

[37] Danıştay Vergi Dava Daireleri Genel Kurulunun 31.11.1990 gün ve E. 1990/12, K. 1990/61 sayılı kararı, Danıştay Dergisi, Sayı: 82-83, s. 163-168. Benzer bir olayda ise, harcın ödendiğini gösteren makbuzda yer alan tarih ile, söz konusu makbuzun ait olup olmadığının kesin bir şekilde belirlenemediği dilekçede yer alan kayıt tarihinin farklı olması karşısında, dilekçe üzerindeki kayıt tarihine itibar edilmiştir. Vergi Dava Daireleri Genel Kurulunun ilginç bulduğumuz bu kararı şöyledir: “ … Tarhiyata karşı açılan dava, Aydın Vergi Mahkemesinin 2.4.1997 günlü ve E.1997/92, K.1997/119 sayılı kararıyla süre aşımı nedeniyle reddedilmiştir. Yükümlünün temyiz istemini inceleyen Danıştay 9. Dairesi 5.11.1997 günlü ve E. 1997/3833, K. 1997/3380 sayılı kararıyla; davanın Aydın Vergi Mahkemesine gönderilmek üzere Yenihisar Asliye Hukuk Hakimliğine verilen 14.12.1996 havale tarihli dilekçe ile açıldığı görülmekle beraber, yükümlü tarafından 14.11.19996 tarihinde süresi içinde dava açıldığı iddia edildiğinden, bu iddianın araştırılması amacıyla, ara kararı ile dava dilekçesinin hangi tarihte kayda geçtiğinin sorulduğu, Asliye Hukuk Mahkemesince, harç defterine ve harç makbuzuna göre başvurunun 14.11.1996 tarihinde yapıldığı ve kayda alındığı bildirildiğinden, süresinde açıldığı anlaşılan davanın süreden reddinde isabet görülmediği gerekçesiyle kararı bozmuştur.

               Bozma kararına uymayan Aydın Vergi Mahkemesi, 23.3.1999 günlü ve E.1999/35, K. 1999/118 sayılı kararıyla; adli ve idari yargı düzeninde dava dilekçesi olmadan harç hesaplanmasını öngören bir yasal düzenleme bulunmadığı, davanın, dilekçenin kayda alınması ile açılmış sayılacağı, davacının 17.10.1996’da tebliğ edilen ihbarnamelere karşı 30 günlük dava açma süresi geçtikten sonra, 14.12.1996’da Asliye Hukuk Mahkemesine verilen dilekçe ile açtığı davada süre aşımı bulunduğu, dava ile ilgili harcın 14.11.1996 tarihinde ödenmiş olmasının sonucu değiştirmeyeceği, aynı yükümlü adına aynı nedenle salınan gelir vergisine karşı açılan davanın süre aşımı nedeniyle reddi yolundaki karara karşı yükümlünün temyiz başvurusunun Danıştay Üçüncü Dairesinin 14.10.1997 günlü ve K.1997/3371 sayılı kararıyla reddedildiği gerekçesiyle, ilk kararında direnmiştir.

               Direnme kararını temyiz eden yükümlü; davanın 14.11.1996 tarihinde açıldığının harç makbuzu ile kanıtlandığını ileri sürerek, kararın bozulmasını istemiştir.

               …

              Hüküm veren Danıştay Vergi Dava Daireleri Genel Kurulunca, dosyadaki belgeler incelendikten sonra, gereği görüşüldü.

               …

               Olayda, 17.10.1996 tarihinde tebliğ edilen ihbarnamelere karşı süresinden sonra 14.12.1996 tarihinde Yenihisar  Asliye Hukuk Mahkemesine verilen dilekçe ile dava açıldığı anlaşılmıştır. Didim (Yenihisar) Asliye Hukuk Mahkemesinin Aydın Vergi Mahkemesine gönderdiği 9.3.1999 tarihli yazıda da; davacı vekili Av…’ın vergi mahkemesine gönderdiği dava dilekçesini içeren evrakın kayıt tarihinin 14.12.1996 olduğu ve 6.11.1996 ilâ 22.11.1996 tarihleri arasında mahkemelerine davacı veya vekili tarafından verilmiş herhangi bir evrak bulunmadığı belirtilmiştir.

               Dosyada mevcut 14.11.1996 tarihli alındı ve makbuzların dava dosyası ile ilgili olduğuna ilişkin bir kayıt taşımadığı saptanmış olup, Asliye Hukuk Mahkemesi hakiminin 14.12.1996 tarihli havalesini taşıyan dilekçedeki muhabere defteri kayıt numarası ile mahkemenin 9.3.1999 tarihli yazısı ekindeki muhabere defteri fotokopisinde yer alan dilekçe kayıt numarasının birbirini doğrulaması karşısında davanın süre aşımından reddi yolundaki ısrar kararında hukuka aykırılık bulunmamaktadır…” bkz. Vergi Dava Daireleri Genel Kurlunun 24.12.1999 gün ve E. 1999/191, K. 1999/643 sayılı kararı, TOPUZ-ÖZKAYA, a.g.e., s.149-151.

[38] Danıştay 1. Dairesinin 5.10.1984 gün ve E. 1984/232, K.1984/217 sayılı kararı, Danıştay Dergisi, Sayı: 58-59, s. 97-98.

[39] Anayasa Mahkemesinin 19.9.1991 gün ve E.1991/2, K. 1991/30, Anayasa Mahkemesi Kararları Dergisi, Sayı: 28, Cilt: 1, s. 116-117.

 

 

 


(c) Gürsel Kaplan, 2011. Bu makale idare.gen.tr'de yazarı Gürsel Kaplan'ın isteği ve izniyle yayınlanmıştır (16 Nisan 2011 tarihli email).


 

 

Ana Sayfa: www.idare.gen.tr

Bu Sayfanın Bağlı Bulunduğu Sayfa : www.idare.gen.tr/kaplan.htm

 

Editör: K. Gözler

Email: kgozler[at]hotmail.com