Önceki bölümlerde olduğu gibi, bu bölümde de önce davanın temyiz safhasını açıklayacağım; sonra da Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 2 Mart 2020 tarih ve E.2019/4047, K.2020/2182 sayılı kararını eleştireceğim.
1. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesinin 29 Mayıs 2019 tarih ve E.2017/1161, K.2019/642 sayılı gerekçeli kararı hakkında, avukatım sayın Fahrettin Kayhan tarafından sunulan 9 Temmuz 2019 tarihli temyiz dilekçesiyle temyiz başvurusunda bulundum. Dilekçede ayrıca Yargıtayda temyiz incelemesinin duruşmalı olarak yapılması talebinde bulundum (EK-96: 9 Temmuz 2019 Tarihli Temyiz Dilekçesi, infra, s.521-552).
2. Temyiz dilekçesi üzerine dosya, 18 Eylül 2019 tarihinde Yargıtay 11. Hukuk Dairesine gönderilmiştir (EK-97: 18 Eylül 2019 tarihli Dosya Gönderme Yazısı).
3. Dosya, Yargıtay 11. Hukuk Dairesine 26 Eylül 2019 tarihinde ulaşmış ve E.2019/4047 sayısı ile kaydedilmiştir (EK-98: E.2019/4047 Sayılı Dosyanın Yargıtay Kaydı Ekran Görüntüsü).
4. Yargıtay gerekçeli kararından, dosyanın Yargıtay 11. Hukuk Dairesinde önce tetkik hakimi Sefa Şahinoğlu tarafından incelendiği ve dosya hakkında raporun sayın Sefa Şahinoğlu tarafından düzenlendiği anlaşılıyor.
5. Yargıtay 11. Hukuk Dairesi, tetkik hakimi Sefa Şahinoğlu tarafından düzenlenen raporu dinledikten sonra hakkında temyiz başvurusunda bulunduğum Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesinin 29 Mayıs 2019 tarih ve E.2017/1161, K.2019/642 sayılı kararını 2 Mart 2020 tarih ve E.2019/4047, K.2020/2182 sayılı kararıyla onamıştır (EK-99: Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 2 Mart 2020 Tarih ve E.2019/4047, K.2020/2182 Sayılı Kararı, infra, s.555-559). Karar, Daire Başkanı Ahmet Özgan ve üyeler R. C. Hanedan, E. S. Baydar, Dr. O. Sekmen ve Ş. Kazdal tarafından oy birliğiyle verilmiş bir karardır. Yargıtay kararında sadece başkanın önadı tam olarak yazılmıştır. Üyelerin ön adları ise baş harfleriyle kısaltılmıştır. Başkan ile üyelerin adları arasında böyle bir ayrım yapılmasının sebebi anlaşılamamaktadır.
Gözlem.- Dosya Yargıtay 11. Hukuk Dairesine 26 Eylül 2019 günü ulaşmıştır. Yargıtay kararı 2 Mart 2020 tarihlidir. Yani dosya yaklaşık beş ayda (tam olarak 158 günde) karara bağlanmıştır.
2019 yılı Yargıtayın ortalama karar sürelerine ilişkin istatistiğe ulaşamadım [1]. Ama Adalet Bakanlığı tarafından yayınlamış olan 2018 Yılı Adalet İstatistiklerinden Yargıtay hukuk dairelerinde ortalama karar süresinin 448 gün olduğu belirtilmiştir [2].
2019’da veriler, 2018’deki veriler gibi ise, benim davam hakkında Yargıtay 11. Hukuk Dairesi, Yargıtay Hukuk Dairelerinin ortalamasından 2,83 kat daha hızlı bir şekilde karar verdiğini söyleyebiliriz.
Yargıtayın hızlı karar vermesi şüphesiz sevindiricidir. Keşke davamın ilk derece safhasında da hızlı karar verilebilmiş olsaydı. Yukarıda açıkladığım gibi bu davanın Ankara 2. Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi önündeki ilk derece safhası 5 yıl 4 ay ve 20 gün, yani 1965 gün sürmüştür. Oysa aynı dönemde Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemelerin karar verme ortalama süresi 435 gündü. Davamın ilk derece yargılamasında ortalamadan tam 4 buçuk kat daha geç karar verilmiştir.
6. Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 2 Mart 2020 tarih ve E.2019/4047, K.2020/2182 sayılı kararı üç sayfalık bir karardır (EK-99). Kararın son iki paragrafı dışında geri kalan kısmında, tarafların iddia ve savunmalarının, ilk derece mahkemesi ve istinaf mahkemesi kararlarının özeti yer almaktadır. Kararın gerekçesi ve hüküm fıkrası işe şundan ibarettir:
7. Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin bu kararıyla Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesinin 29 Mayıs 2019 tarih ve E.2017/1161, K.2019/642 sayılı kararı kesinleşmiştir. Kesinleşme şerhi, 5 Mayıs 2020 tarihinde Ankara 2. Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi tarafından konulmuştur (EK-100: 5 Mayıs 2020 Tarihli Kesinleşme Şerhi).
Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 2 Mart 2020 tarih ve E.2019/4047, K.2020/2182 sayılı kararına karşı üç eleştiri yöneltilebilir.
Bilindiği gibi Anayasamızın 141’inci maddesine göre “bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır”.
Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 2 Mart 2020 tarih ve E.2019/4047, K.2020/2182 sayılı kararında “gerekçe”nin bulunması gereken yerde aşağıdaki paragraf vardır:
Bu paragraf bir “gerekçe” midir? Temyiz kararının gerekçesi, denetlenen belirli bir kararın neden hukuka uygun veya neden hukuka aykırı olduğunun açıklanmasıdır. Yargıtay kararında gerekçe yerine verilen paragrafta belirli bir karara, yani denetlenen Ankara Bölge Adliye Mahkemesinin 20. Hukuk Dairesinin 29 Mayıs 2019 tarih ve E.2017/1161, K.2019/642 sayılı kararının neden hukuka uygun olduğunu açıklayan tek bir cümle yoktur. Yine gerekçe yerine kullanılan bu paragrafta, benim ileri sürdüğüm 13 adet temyiz sebebinin birinin dahi neden kabule şayan olmadığına ilişkin tek bir cümle yoktur.
Yargıtay kararındaki gerekçe yerine kullanılan paragraf, benim temyiz ettiğim istinaf mahkemesi kararına da, Yargıtayın denetlediği herhangi bir istinaf mahkemesi kararına da uygulanabilir. Bu gerekçeyle Yargıtay, onlarca, yüzlerce ve belki binlerce karar verebilir. Binlerce kararda kullanılan aynı cümle veya cümleler, gerçekte bir “gerekçe” değildir; bu olsa olsa bir “şablon”dur.
Dolayısıyla Yargıtayın söz konusu kararında gerçekte bir gerekçe yoktur. Bu karar, gerekçesiz bir karardır ve bu haliyle Anayasamızın “bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır” diyen 141’inci maddesine aykırıdır.
Burada ayrıca belirtelim ki, bu kararda gerekçe olması gereken paragrafta kullanılan “dosya kapsamına göre saptanan somut uyuşmazlık” ibaresi dahi genel ve soyut bir ibaredir; çünkü bu ibare, sadece benim dosyama ilişkin değil, daha yüzlerce ve belki binlerce dosyaya ilişkin kullanılabilecek bir şablon ibaredir. “Somut uyuşmazlık” denince o uyuşmazlık somutlaşmış olmuyor. Uyuşmazlığın somutlaşması için uyuşmazlık konusu iddiaların, bu iddialara ilişkin hukuk kurallarının nasıl uygulandığının belirtilmesi gerekiyor. Yani “uygulanması gereken hukuk kurallarına aykırı bir yön olmadığı”nın söylenebilmesi için, bu kuralların hangi kurallar olduğunun gösterilmesi ve bu kuralların temyiz sebeplerine nasıl uygulanmış olduğunun açıklanması gerekiyor. Örneğin benim Ramazan Çağlayan’ın kitabında bulunduğunu iddia ettiğim 276 adet usûlsüz alıntı örneğinden bazılarının zikredilmesi ve bunlara ilişkin benim iddiamın, davalının savunmasının, istinaf mahkemesinin kararının ne olduğunun gösterilmesi ve bunlara FSEK, m.1/B’de-ki hususiyet şartının, m.35/2’deki alıntının belli olacak şekilde yapılması şartının ve yine aynı maddedeki alıntının kaynağının gösterilmesi şartının nasıl uygulanacağının gösterilmesi ve bu açıdan istinaf mahkemesi kararının değerlendirilmesi gerekiyor.
Önce bir ön bilgi vermekte yarar vardır.
“Maddî Mesele”-“Hukukî Mesele” Ayrımı.- Bilindiği gibi temyizde “maddî mesele (quaestio facti)” değil, sadece “hukukî mesele (quaestio iuris)” incelenir. Örneğin benim davamda alıntı örneklerini oluşturan cümlelerin gerçekten Seçkin Yayınevi tarafından 2011 yılında yayınlanan İdarî Yargılama Hukuku isimli kitapta bulunup bulunmadığı, bu kitabın yazarının Ramazan Çağlayan olup olmadığı, bu kitabın benim kitabımdan daha sonraki bir tarihte yayınlanıp yayınlanmadığı gibi sorunlar, “maddî mesele”ye ilişkin sorunlardır. Bunlar temyiz safhasında incelenecek sorunlar değildir.
Buna karşılık, Fikir ve Sanat Eserleri Kanununun 1/B maddesindeki “hususiyet şartı”ndan ne anlaşılması gerektiği ve bu şartın Ramazan Çağlayan’ın ve benim kitabıma uygulanmasına ve yine aynı Kanunun 35’inci maddesinin ikinci fıkrasındaki “alıntının belli olacak şekilde yapılması” şartının ve yine aynı maddedeki “alıntının kaynağının gösterilmesi şartı”nın dava konusu olan usûlsüz alıntı örneklerine uygulanmasına ilişkin sorunlar, “hukukî mesele”ye ilişkin sorunlardır. Nitekim Hukuk Muhakemeleri Kanunumuz da (m.371/1-a), “hukukun… yanlış uygulanmış olması”nı bir temyiz sebebi olarak kabul etmiştir.
Aşağıda görüleceği gibi benim temyiz dilekçemde ileri sürdüğüm sebeplerin hepsi hukukî meseleye, yani HMK, m.371/1-a’daki tabir ile “hukukun yanlış uygulanmış olması”na, yani Fikir ve Sanat Eserleri Kanununun ilgili hükümlerinin dava konusu alıntı örneklerine yanlış uygulanıp uygulanmadığına ilişkindir.
* * *10 Temmuz 2019 tarihli 25 sayfa uzunluğunda (kitap boyutunda 33 sayfa) Temyiz Dilekçemizde, Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesinin 29 Mayıs 2019 tarih ve E.2017/1161, K.2019/642 sayılı gerekçeli kararı hakkında pek çok temyiz sebebi ileri sürdüm. Okuyucularımdan özellikle aşağıda 518 ile 549’uncu sayfalar arasında yer alan EK-96’daki “Temyiz Dilekçisi”ni dikkatli bir şekilde okumalarını rica ediyorum. Burada sadece temyiz sebepleri hakkında bir fikir vermek amacıyla temyiz dilekçemin başlıklarını sıralamak istiyorum:
Bu temyiz sebeplerinin her birinin açıklanması için EK-96’daki temyiz dilekçesine bakılmalıdır (infra, s.521-552).
Görüldüğü gibi temyiz dilekçesinde 4’ü ara kararlara, 9’u da esasa ilişkin olmak üzere toplam 13 adet temyiz sebebi ileri sürülmüştür. Bunların hepsi hukukî meseleye ilişkindir ve bunlardan birisi dahi Yargıtay tarafından tartışılmamıştır.
* * *Temyiz sebeplerim tek tek tartışılmasa da, Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin karar gerekçesindeki “somut uyuşmazlık bakımından uygulanması gereken hukuk kurallarına aykırı bir yön olmadığı” ibaresinin, belki benim temyiz sebeplerime toptan bir cevap niteliğinde olduğu düşünülebilir. Bu ibareye ilişkin şunları söylemek isterim:
Bu davada “somut uyuşmazlık bakımından uygulanması gereken hukuk kuralları” nelerdir? Somut uyuşmazlıkta bu hukuk kuralları nasıl olup da uygulanmıştır? Bu kuralların uygulanmasında, ara kararlar dışında, ben en az 9 adet hukuka aykırılık bulunduğunu iddia ettim. Yargıtay bu hukuka aykırılık iddialarımdan birini dahi dikkate almamış, birini dahi incelememiştir.
Yargıtay 11. Hukuk Dairesi, temyiz ettiğim Bölge Adliye Mahkemesi kararının “HMK'nın 369/1. ve 371. maddelerinin uygulanmasını gerektirici nedenlerin de bulunmamasına göre usul ve yasaya uygun” olduğuna hükmediyor.
Hukuk Muhakemeleri Kanununun 371’inci maddesinde,
deniyor.
Temyiz dilekçemde, Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesinin Fikir ve Sanat Eserleri Kanununun çeşitli maddelerini yanlış uyguladığını iddia ettim. Örneğin FSEK’in hususiyet şartına ilişkin hükmünün (m.1/B-1-a), iktibas serbestisine ilişkin hükmünün (m.35/1-1), iktibasın belli olacak şekilde yapılmasına ilişkin hükmünün (m.35/2), iktibasın kaynağının gösterilmesine ilişkin hükmünün (m.35/2) İstinaf Mahkemesi tarafından yanlış bir şekilde uygulandığını ileri sürdüm (Bkz. EK-96: Temyiz Dilekçesi, infra, s.521-552). Kaynağı gösterilmeden yapılmış bir alıntı, FSEK, m.35’e, m.71’e aykırı değil midir? Alıntının belli olacak şekilde yapılmaması FSEK, m.35/2’ye aykırı değil midir? Bu durum, HMK, m.371/a’da öngörülen “hukukun yanlış uygulanmış olması” durumu değil midir? Yargıtay neden bu duruma ilişkin olan iddialarımı incelemiyor? Neden bu konudaki iddialarımın doğru olup olmadığını tartışmıyor? İstinaf mahkemesinin FSEK, m.35’teki şartları yanlış uyguladığı iddiası, “hukukun yanlış uygulanması” (HMK, m.371/1-a) şeklindeki temyiz sebebine girmiyor mu?
Ben, yukarıda gösterdiğim gibi Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesinin bilirkişi seçimine ilişkin aldığı ara kararlarda pek çok hata yaptığını iddia edip, bunları temyiz sebebi olarak ileri sürdüm (Bkz. EK-96: Temyiz Dilekçesi, infra, s.523-530). Malum istinaf mahkemesinin ara kararları tek başına temyiz edilemezler; nihaî kararla birlikte temyiz edilebilirler. Ben de öyle yaptım. Örnekler:
a) Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesi, “öğretim üyesi” sıfatıyla Celal Işıklar’ı bilirkişi olarak seçmişti; oysa Celal Işıklar “öğretim üyesi” değildi. Bunun belgelerini delil olarak sundum. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesi, bu delili, kabul edilmedi; bu iddiamı tartışmadı dahi. Temyiz dilekçemde bunu bir temyiz sebebi olarak ileri sürdüm (Bkz. EK-96: Temyiz Dilekçesi, infra, s.524-526). Yargıtay bu temyiz sebebimi karşılamadı. Yanlış bir şekilde seçilen bilirkişi raporuna dayanıldığı iddiası, HMK, m.371/ç’de öngörülmüş olan “karara etki eden yargılama hatası” durumuna ilişkin bir iddia değil midir?
b) Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesi bilirkişi, Celal Işıklar’ı, tarafsızlığını şüpheye düşüren sebepler bulunduğu iddiasıyla görevden alınması talebimizi reddetmişti. Oysa yukarıda (s.113-114) açıklandığı gibi, aynı Fakültede Ramazan Çağlayan “İdare Hukuku” isimli dersi, bilirkişi Celal Işıklar ise “İdare Hukuku (Uygulama)” isimli dersi veriyordu. Ben temyiz dilekçemde, istinaf mahkemesinin Celal Işıklar’ı bu sebeple bilirkişi görevden almamasının hukuka aykırı olduğunu iddia etmiştim (Bkz. EK-96: Temyiz Dilekçesi, infra, s.525-526). Yargıtay bu temyiz sebebimi de karşılamadı. Hükme esas alınan bilirkişi raporunda imzası bulunan bilirkişinin tarafsızlığını şüpheye düşüren sebeplerin bulunduğu iddiası, HMK, m.371/ç’de öngörülmüş olan “karara etki eden yargılama hatası”na ilişkin bir temyiz sebebi değil midir? Yargıtay bu sebebi niye tartışmadı?
c) Ben yine Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesinin hükme esas aldığı bilirkişi raporunun çoğunluk görüşü kısmında 302 adet Fransızca paragrafa dayanılarak değerlendirme yapıldığını, oysa bilirkişi raporunun çoğunluk kısmını yazan bilirkişiler Hayri Bozgeyik ve Celal Işıklar’ın Fransızca bilmediklerini delilleriyle birlikte gösterip, Yargıtaydan, temyiz ettiğim istinaf mahkemesi kararının bu sebeple bozulmasını talep ettim (Bkz. EK-96: Temyiz Dilekçesi, infra, s.526-528). Yargıtay kararında bu talebimize verilen bir cevap yoktur. Fransızca bilmeyen bilirkişilerin 302 adet Fransızca paragraf hakkında değerlendirmeler yaparak bilirkişi raporu düzenlemeleri ve istinaf mahkemesinin bu bilirkişi raporuna dayanarak karar vermesi, HMK, m.371/1-ç’de öngörülmüş olan “karara etki eden yargılama hatası” değil midir?
A4 boyutunda 25 sayfa (kitap boyutunda 32 sayfa) uzunluğundaki temyiz dilekçem EK-96’dadır (bkz. infra, s.521-552). Görüleceği gibi bu dilekçede tam 13 adet temyiz sebebi ileri sürülmüştür. Bunların hepsi, HMK, m.371’de öngörülen “hukukun yanlış uygulaması”, “karara etki eden yargılama hatası” ve “taraflardan birinin davasını ispat için dayandığı delillerin kanuni bir sebep olmaksızın kabul edilmemesi” niteliğindeki sebeplerdir.
Her sebebin delilini örnekleriyle sundum. Yargıtay bu sebeplerden birini dahi kararında tartışmamıştır.
Bilindiği gibi Yargıtay, kendisinin temyiz incelemesinde ileri sürülen istisnasız her temyiz sebebini incelemek zorunda olmadığını kabul ediyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de tarafların temel savunması dışındaki temyiz sebeplerine cevap verip vermeme hususunu ulusal mahkemelerin takdirine bırakmaktadır.
Ancak her hâlükârda sonuca etkili temyiz sebeplerinin veya diğer bir ifadeyle temyiz edenin temel iddia ve savunmasına ilişkin temyiz sebeplerinin tartışılması gerekmektedir.
Bu açıdan belki Yargıtay, temyiz dilekçemde ileri sürdüğüm 13 temyiz sebebinden sonuca etkili görmediği sebepler var ise, bunları belirtip incelemeyebilirdi. Ama yukarıda açıklandığı gibi, Yargıtay 13 temyiz sebebimizden birini dahi incelememiştir. Bu 13 sebepten biri dahi sonuca etkili değil mi? Bu sebeplerden biri dahi bir temel iddia ve savunma içermiyor mu?
Yukarıda açıklandığı gibi, esasa ilişkin 9 temyiz sebebinden başka, temyiz dilekçemizde istinaf mahkemesinin verdiği 4 adet ara kararının hukuka aykırı olduğunu iddia ettik. Bu ara kararlar tek başına temyiz edilemedikleri için bunları nihaî kararlarla birlikte temyiz ettik. Yargıtay bu ara kararların her birine ilişkin talebim hakkında karar vermesi gerekmiyor muydu? İtiraz edilmiş olan ve yargılama hatası içerdiği iddia edilen her ara karar, başlı başına bir temel temyiz sebebidir ve bu sebep hakkında ayrıca ve açıkça karar verilmesi gerekir (HMK, m.371/1-ç).
Ben ne diyeyim? Neyi eleştireyim?
Temyiz edenin ileri sürdüğü hukukî meseleye ilişkin temyiz sebeplerinden birisinin dahi tartışılmadığı bir temyiz incelemesi, nasıl olacak da amacına ulaşacak? İddianın tartışılmadığı bir yerde adalet nasıl tecelli edecek? 25 sayfalık temyiz dilekçesi sunuyorsunuz, toplamda 13 adet temyiz sebebi ileri sürüyorsunuz, Yargıtay bunların birinin dahi doğruluğunu incelemeden temyiz talebinizi şablon bir kararla reddediyor.
Yukarıda ikinci bölümde açıkladığım gibi Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesinin 29 Mayıs 2019 tarih ve E.2017/1161, K.2019/642 sayılı kararının yanlış bir karar olduğunu düşünüyorum. Ancak bu kararı onayan Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 2 Mart 2020 tarih ve E.2019/4047, K.2020/2182 sayılı kararının Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesinin kararından daha da yanlış bir karar olduğu kanısındayım. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesi kararında, hiç olmazsa, iddialarımızla ilgili, kanımızca yanlış da olsa, değerlendirmeler vardı ve bu değerlendirmeleri eleştirme imkanına sahiptim. Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin kararında ise böyle bir değerlendirme de yoktur. Ben içerik olarak Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin kararının neresini eleştirebileceğimi bilmiyorum. Çünkü kararın gerekçesi yoktur, gerekçe yerine yazılan paragraf, şablon niteliğinde tek bir cümleden ibarettir ve o cümlede de ileri sürdüğüm temyiz sebeplerine ilişkin tek bir ibare yoktur.