Ramazan Çağlayan’a karşı 14 Mart 2012 tarihinde açtığım davanın ilk derece yargılaması 5 yıl 5 ay sonra, Ankara 2. Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesinin 12 Temmuz 2017 tarih ve E.2012/49, K.2017/292 sayılı gerekçeli kararıyla lehime sonuçlandı. Sayın Ramazan Çağlayan, bu karara karşı 18 Ağustos 2017 tarihli dilekçesiyle istinaf başvurusunda bulundu. Ankara 2. Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi tarafından dosya Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesine 6 Ekim 2017 tarihinde gönderildi. Böylece davanın istinaf aşaması başlamış oldu.
Davanın konusu, tarafları ve tarafların temsilcileri hakkında birinci bölümde bilgi vermiştik. İstinaf aşamasında davanın konusunda, davanın taraflarında, tarafların temsilcilerinde bir değişiklik olmamıştır.
Davamın istinaf aşaması, Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesinin önünde görülmüştür. Ramazan Çağlayan’ın istinaf başvurusunun reddedilmeyip davanın esastan incelenmesine ve incelemenin duruşmalı yapılmasına dair 22 Aralık 2017 tarihli tensip kararı, Dairenin Başkanı sayın Döndü Deniz Bilir, üye sayın Erol Kaplan ve üye sayın Ebru Yücetürk tarafından verilmiştir.
Dosyanın incelemesi duruşmalı olarak naip üye Erol Kaplan tarafından yapılmıştır. Bu süreçte naip üye Erol Kaplan 6 adet duruşma yapmıştır. 14 Şubat 2018, 16 Mayıs 2018, 11 Temmuz 2018, 19 Eylül 2018, 21 Kasım 2018 ve 13 Şubat 2019 tarihli duruşmalar, naip üye Erol Kaplan tarafından yönetilmiştir. Yine bu davanın inceleme safhasında alınan dört ara karar (15 Şubat 2018, 26 Şubat 2018, 2 Mart 2018 ve 9 Mart 2018 tarihli ara kararlar) naip üye Erol Kaplan tarafından verilmiştir.
Naip üye Erol Kaplan yönetimindeki duruşmalı inceleme safhası tamamlandıktan sonra yapılan son üç duruşma (13 Mart 2019, 8 Mayıs 2019 ve 30 Mayıs 2019 tarihli duruşmalar) heyet huzurunda yapılmıştır. Heyet, daire başkanı Döndü Deniz Bilir, üye Erol Kaplan ve üye Kamil Ersin Ortaç’tan oluşmuştur. Dikkat edileceği gibi tensip kararını veren heyetteki Ebru Yücetürk’ün yerini üye Kamil Ersin Ortaç almıştır.
Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesinin davamızın istinaf safhasını bitiren 29 Mayıs 2019 tarih ve E.2017/1161, K.2019/642 sayılı kararının altında daire başkanı Döndü Deniz Bilir, üye Erol Kaplan ve üye Kamil Ersin Ortaç’ın imzaları vardır.
* * *Burada önce davanın istinaf aşamasında seyrini adım adım açıklayacağım (I), daha sonra da davanın bu aşamadaki seyri ve sonucunu değerlendireceğim (II). Hemen belirteyim ki, pek çok değerlendirme ve eleştirimi davanın seyrine ilişkin açıklamalar bittikten sonra değil, her adımdan sonra sıcağı sıcağına vereceğim.
İlk derece safhasında olduğu gibi, istinaf safhasında da davanın seyrine ilişkin açıklamalarımı adım adım yapacağım. Her adımı açıklamaya başladığım paragrafın önüne 1., 2., 3., … şeklinde numara koyacağım. Yani aşağıda koyu karakterlerle gösterilen her numara, istinaf safhasında bir adımı ifade ediyor. Yine ilk derece safhasında olduğu gibi, her adımın sonunda parantez içinde o adıma ilişkin varsa dilekçe, duruşma tutanağı, ara kararı veya gerekçeli karar gibi belgelerin tarih ve isimlerini “EK-XX” şeklinde bir numara vererek belirteceğim. Bu eklere bu kitabın sonunda bulunan “EKLER” kısmından ulaşılabilir.
Koyu karakterlere gösterilen adım numaralarını bu bölümde yeniden, yani birden başlattım. Ancak “EK” numaralarını yeniden başlatmadım; birinci bölümdeki son ek numarası olan 64’ten devam ettirdim. İki nedenden dolayı: Bir kere davanın açılmasından kesinleşme şerhine kadar bütün ekler bir bütünün parçaları. İkinci olarak, bir bölümde önceki bölümde bulunan eke de atıf vardır. Her bölümde 1’den başlatarak ek numarası verseydim, eklere atıfta sorun olurdu.
1. Davalı Ramazan Çağlayan, Ankara 2. Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesinin 12 Temmuz 2017 tarih ve E.2012/49, K.2017/292 sayılı gerekçeli kararı hakkında 18 Ağustos 2017 tarihli dilekçesiyle istinaf başvurusunda bulundu.
2. İstinafa başvuru dilekçesine karşı cevaplarımızı vekilim Fahrettin Kayhan’ın sunduğu 7 Eylül 2017 tarihli dilekçesiyle cevap verdik (EK-65: 7 Eylül 2017 Tarihli İstinafa Cevap Dilekçesi).
3. Ankara 2. Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi tarafından dosya Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesine 6 Ekim 2017 tarihinde gönderildi. İstinaf dosyası Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesine 2017/1161 esas sayısı ile kaydedildi.
4. Davalı Ramazan Çağlayan, UYAP’ta 16 Kasım 2017 tarihiyle kayıtlı olan bir beyan dilekçesiyle, Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesine, bu dilekçenin ekinde şu belgeleri sundu: (a) Kırıkkale Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanlığının Prof. Dr. M. Fadıl Yıldırım, Prof. Dr. İlhan Üzülmez ve Prof. Dr. İlhami Sığırcı’dan aldığı bilirkişi raporu, (b) Kırıkkale Üniversitesi Rektörlüğünün 19 Şubat 2014 tarih ve 2014/2 sayılı men-i muhakeme kararı, c) Danıştay 1. Dairesinin 26 Mart 2014 tarih ve E.2014/417, K.2014/451 sayılı kararı, (d) Kırıkkale Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanlığının 9 Temmuz 2014 tarih ve 76366874/30 sayılı “Ramazan Çağlayan hakkında herhangi bir disiplin cezası verilmesine yer olmadığı” kararı, (e) YÖK Sosyal ve Beşerî Bilimler Etik Kurulunun 31 Temmuz 2015 tarih ve 2015/05 sayılı Ramazan Çağlayan hakkında aldığı “Etik İhlal Yoktur” kararı. Bu belgelere ilişkin açıklamaları biraz aşağıda (s.99-107) yapacağım.
5. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesi, 22 Aralık 2017 tarihli tensip kararıyla,
karar vermiştir (EK-66: 27 Aralık 2017 Tarihli Tensip Kararı).
Oysa bu aşamada kanımızca Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesinin Ramazan Çağlayan’ın başvurusunu reddetmesi gerekiyordu. Bu hususu biraz ayrıntılı olarak incelemekte yarar vardır:
Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesinin Ramazan Çağlayan’ın istinaf başvurusun reddetmeyip, davanın esastan incelenmesi ve incelemenin duruşmalı yapılması yolundaki 22 Aralık 2017 tarihli tensip kararında belirtilmiş tek gerekçe şudur:
Kanımızca bu Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesinin 22 Aralık 2017 tarihli davanın esastan incelenmesi ve duruşma açma kararı şu dört nedenden dolayı yanlıştır:
“24.04.2013 tarihli ilk bilirkişi raporu” ile “hükme esas alınan 10.10.2016 tarihli bilirkişi raporu” arasında çelişki bulunması, davanın esastan incelenmesini ve keza ilk derece mahkemesinin kararının kaldırılmasını gerektirmez.
Çünkü, yukarıda (s.51) açıklandığı gibi, “24.04.2013 tarihli ilk bilirkişi raporu”nu hazırlayan bilirkişi heyetinden bir üyeyi (Mustafa Fadıl Yıldırım), “hâkimin reddini gerektiren sebeplerle” HMK, m.36 uyarınca ilk derece mahkemesinin 19 Temmuz 2013 tarihli ara kararıyla görevden alınmıştır (EK-16: 19 Temmuz 2013 Tarihli Ara Kararı).
Bilirkişi raporu “heyet” hâlinde hazırlandığına göre, heyetin bir üyesi HMK, m.36 uyarınca bilirkişilik görevinden alındığında bu heyetin hazırladığı bilirkişi raporu da, bir bütün olarak geçerliliğini yitirir. Zaten bu nedenle, Ankara 2. Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi, 19 Temmuz 2013 tarihli ara kararıyla (EK-16) Ahmet Kılıçoğlu’nun katılımıyla oluşacak heyetten yeni bir heyet raporu istemiştir [1].
Ankara 2. Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesinin 19 Temmuz 2013 tarihli ara kararıyla birlikte artık “24.04.2013 tarihli ilk bilirkişi raporu”nun herhangi bir geçerliliği kalmamıştır. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesinin istinaf kabul sebebi olarak geçerliliğini yitirmiş bir bilirkişi raporuna dayanması hukuken hatalıdır. Zaten yeni bir heyet raporu temin edilemediği için de 6 Kasım 2013 tarihli ara kararıyla (EK-20) Ender Ethem Atay, Murat Sezginer ve Ahmet Kılıçoğlu’dan oluşan bilirkişi heyetinden rapor alınmasından tamamıyla vazgeçmiş ve yeni bir bilirkişi heyeti oluşturulabilmesi için Ankara’da bulunun hukuk fakültelerine yazı yazılmasına karar vermiştir (EK-20: 6 Kasım 2013 Tarihli Duruşma Tutanağı, infra, s. 271).
Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesinin davanın esastan incelenmesi ve duruşma açılması kararını dayandırdığı ikinci gerekçe şudur:
Hukuk davasında usûlüne göre alınmış bilirkişi raporu var iken, idarî soruşturmada alınmış rapora neden dayanıldığı anlaşılamamaktadır. İlk derece mahkemesinin, karar verirken kendi istihsal ettiği bilirkişi raporuna değil de, idarî soruşturmada alınan bilirkişi raporuna dayanmak gibi bir yükümlülüğü yoktur. Dolayısıyla istinaf mahkemesinin idarî soruşturmada alınan rapora dayanarak istinaf başvurusunu kabul edilmesine ve duruşma açılmasına karar vermesi hukuka aykırıdır.
Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesinin 22 Aralık 2017 tarihli tensip kararında kullanılan terim “davalı tarafından dosyaya sunulan idari tahkikat raporu”dur. Bu “idarî tahkikat raporu” nedir? Bunu Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesinin istinaf başvurusunun kabul edilmesi ve davanın esastan incelenmesi için duruşma açılma kararında açıkça belirtmesi gerekirdi. Daire belirtmediğine göre ben belirteyim:
Yukarıda belirtildiği gibi davalı Ramazan Çağlayan 16 Kasım 2017 tarihli beyan dilekçesiyle beş adet ek sunmuştur. Bu ekler şunlardır:
Gerçekten de Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesinin 22 Aralık 2017 tarihli tensip kararından anlaşılmasa da Dairenin 29 Mayıs 2019 tarih ve E.2017/1161, K.2019/642 sayılı gerekçeli kararının 9’uncu sayfasının son paragrafı ile ve onuncu sayfasının ilk üç paragrafından [2] , davanın esastan incelenmesi ve duruşma açma kararının gerekçesinin bu bilirkişi raporu ve idarî kararlar olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Nitekim bu paragraflardan sonra “Dairemizce yukarıda açıklanan gerekçelerle oybirliği ile duruşma açılmasına karar verilmiş…” denmektedir. Yani Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesinin duruşma açma kararının gerekçesi bunlardır. Dolayısıyla bunların her birini tek tek incelemekte yarar vardır:
Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesinin davanın esastan incelenmesi ve duruşma açma kararının birinci dayanağı Kırıkkale Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanlığının yürüttüğü soruşturmada görevlendirilen Prof. Dr. M. Fadıl Yıldırım, Prof. Dr. İlhan Üzülmez ve Prof. Dr. İlhami Sığırcı tarafından hazırlanmış bilirkişi raporudur.
Prof. Dr. M. Fadıl Yıldırım hakkında zaten daha önce açıklama yapmıştık (bu konuda yukarıda 50-51’inci sayfaya bakınız). Prof. Dr. İlhan Üzülmez ise, Ramazan Çağlayan ile birlikte Bilgi Edinme ve Değerlendirme Üst Kurulunda aynı dönem görev yapmıştır [3]. Ayrıca İlhan Üzülmez ceza hukukçusudur. Yani ne idare hukuku, ne de fikrî haklar uzmanıdır. Uyuşmazlık konusu olan İdarî Yargılama Hukuku isimli kitabın değerlendirilmesi konusunda bir uzmanlığı yoktur. Prof. Dr. İlhami Sığırcı ise davalıyla zaten aynı üniversitede çalışan bir öğretim üyesidir. Dolayısıyla tarafsız bilirkişinin olması gereken özelliklerine sahip değildir. Böyle bir rapora dayanarak Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesinin davanın esastan incelenmesine ve bu amaçla duruşma açılmasına karar vermesi yanlıştır.
Ayrıca yukarıda s.53’te açıklandığı gibi ve keza ayrıntıları “EK-19”daki 23 Eylül 2013 tarihli beyan dilekçemizden görüleceği üzere, o dönem, Prof. Dr. M. Fadıl Yıldırım ve Doç. Dr. İlhan Üzülmez, davalı Ramazan Çağlayan ile birlikte PlusHukuk isimli M. Fadıl Yıldırım’ın kardeşine ait olan PlusHukuk isimli bir hukuk bürosunda danışman olarak çalışmaktaydılar [4] .
Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesinin, davanın esastan incelenmesi ve duruşma açma kararının ikinci dayanağı, Kırıkkale Üniversitesi Rektörlüğünün 19 Şubat 2014 tarih ve 2014/2 sayılı Rektör Prof. Dr. Ekrem Yıldız, Rektör Yardımcı Prof. Dr. Osman Çağlayan ve Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Hakan Kocamış tarafından alınmış olan men-i muhakeme kararıdır [5]. Bu karara ayrıca Dairenin 29 Mayıs 2019 tarih ve E.2017/1161, K.2019/642 sayılı gerekçeli kararının 10’uncu sayfasının ikinci paragrafında açıkça atıf yapılmaktadır (bkz. infra, 483).
Bu karar, bir disiplin soruşturmasında değil, 2547 sayılı Kanunun 53/c maddesi kapsamında, yani bir ceza soruşturmasında alınmış bir karardır. Yani bu soruşturma sonucunda men-i muhakeme kararı değil, lüzum-u muhakeme kararı verilmiş olsaydı, Ramazan Çağlayan ceza mahkemesinde yargılanacaktı. Muhtemelen okuyucular şu soruyu soracaklardır: İyi güzel de, nasıl olup da Ramazan Çağlayan’ın İdarî Yargılama Hukuku kitabıyla FSEK, m.71/3’te “kaynaksız alıntı yapma suçu”nu işlediği iddiası adlî makamlar önünden Kırıkkale Üniversitesi Rektörlüğünün önüne gelmiştir? Şöyle:
Ben Ramazan Çağlayan hakkında 12 Mart 2012 tarihinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına FSEK, m.71/1-3’te öngörülen “kaynak göstermeksizin iktibasta bulunma” suçunu işlediği iddiasıyla vekilim aracılığıyla şikayette bulunmuştum. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, 26 Nisan 2012 tarih ve 2012/181 sayılı “görevsizlik kararı” ile soruşturma evrakını Kırıkkale Üniversitesi Rektörlüğüne gönderdi. Cumhuriyet savcısı Mustafa Demir imzalı “Görevsizlik Kararı”nda gerekçe olarak sadece şu cümle vardır:
Şu soruları sormak lazım: Bir ticarî şirket olan Seçkin Yayınevi tarafından yayınlanan İdarî Yargılama Hukuku kitabını Ramazan Çağlayan, Kırıkkale Üniversitesi Rektörlüğünün yaptığı bir görevlendirme sonucunda mı yazmıştır? Söz konusu kitap üniversite yayınları arasından mı çıkmıştır? Nasıl olup da bu kitapta bulunduğu iddia edilen kaynaksız alıntılar, bir “görev suçu” hâline gelmiştir?
Bu soruya olumlu cevap vermek için yeni bir “görev suçu” teorisi oluşturmak gerekir. Ortada gerçekte bir “görev suçu” yoktu; ama Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının verdiği bu görevsizlik kararı sayesinde, benim iddia ettiğim FSEK, m.71/3’te “kaynak göstermeksizin alıntı yapma suçu” bir “görev suçu” haline geldi ve suçu soruşturmak da Ramazan Çağlayan’ın “Hukuk İşlerinden Sorumlu Rektör Danışmanı” olduğu Kırıkkale Üniversitesi Rektörlüğünün eline kaldı.
Burada altını çizerek belirtmek isterim ki, benim şikayetlerimi yaptığım yıl ve Ramazan Çağlayan hakkında soruşturmaların yürütüldüğü ve men-i muhakeme ve keza disiplin soruşturmasında ceza verilmesine yer olmadığı kararların verildiği 2013 ve 2014 yıllarında Ramazan Çağlayan, Kırıkkale Üniversitesi Rektörlüğünde “Hukuk İşlerinden Sorumlu Rektör Danışmanı” olarak görev yapıyordu (Bkz. EK-67: 10 Şubat 2014 Tarihli Kırıkkale Üniversitesi Rektörlüğü “Rektör Danışmanları” Sayfası, infra, s.388). İlave edelim ki aynı dönemde Ramazan Çağlayan, Üniversite Yönetim Kurulu ve keza Üniversite Senatosu üyesiydi.
Görüldüğü gibi Ramazan Çağlayan’ın “Hukuk İşlerinden Sorumlu Rektör Danışmanı” olduğu günlerde Kırıkkale Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ekrem Yıldız, Rektör Yardımcı Prof. Dr. Osman Çağlayan ve Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Hakan Kocamış bir araya gelmiş ve danışmanları Prof. Dr. Ramazan Çağlayan hakkında “men-i muhakeme kararı”, yani son soruşturma açılmasına yer almadığına karar vermişlerdir.
İşte Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesinin davanın esastan incelenmesi ve duruşma açma kararını dayandırdığı idarî kararlardan biri budur!
Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesinin davanın esastan incelenmesi ve duruşma açma kararı için ileri sürdüğü üçüncü dayanak, Kırıkkale Üniversitesi Rektörlüğünün söz konusu men-i muhakeme kararının onanmasına ilişkin Danıştay 1. Dairesinin aldığı 26 Mart 2014 tarih ve E.2014/417, K.2014/451 sayılı kararıdır [6]. Danıştay 1. Dairesinin bu kararı, davalı Ramazan Çağlayan tarafından dosyaya sunulmuştur. EK-68’de görüleceği gibi tek sayfalık olan bu kararın gerekçesi de hüküm fıkrası da şu tek cümleden ibarettir:
Danıştay 1. Dairesinin bu kararıyla ilgili bir gözlemde bulunmak isterim: Onanan men-i muhakeme kararı, Danıştaya, Kırıkkale Üniversitesi Rektörlüğünün 27 Şubat 2014 tarihli yazısıyla gönderilmiştir. Men-i muhakeme kararının Danıştay 1. Dairesi tarafından onanmasına ilişkin karar ise 26 Mart 2014 tarihlidir. Yani 27 günde, dosya Danıştaya gitmiş, Danıştay 1. Daire Başkanı dosyayı tetkik hâkimine havale etmiş, tetkik hâkimi içinde yüzlerce sayfa uzunluğunda evrak bulunan bu dosyayı incelemiş ve raporunu sunmuş ve Danıştay 1. Dairesi heyeti toplanıp karar vermiştir.
Bu arada belirtmek isterim ki, 19 Şubat 2014 tarih ve 2014/2 sayılı Kırıkkale Üniversitesi Rektörlüğü men-i muhakeme kararı Kırıkkale Üniversitesi Rektörlüğü tarafından bana 4 Mart 2014 tarihinde tebliğ edildi. Ben Danıştay 1. Dairesi Başkanlığına sunulmak üzere Kırıkkale Üniversitesi Rektörlüğüne 6 Mart 2014 tarihli itiraz dilekçemle men’i muhakeme kararına itiraz ettim [7]. Ne var ki, itiraz dilekçem, Danıştaya ulaştırılmadan, dosya, Danıştay 1. Dairesinin hızı yüzünden, adı geçen Dairenin 26 Mart 2014 tarih ve E.2014/417, K.2014/451 sayılı kararıyla karara bağlandı. Danıştay men-i muhakemeyi onaylayan söz konusu kararının “İtiraz Eden” hanesinde “Yok” yazılıdır. Oysa ben bu karara, beş sayfa uzunluğunda 6 Mart 2014 tarihli itiraz dilekçemle itiraz ettim ve men-i muhakeme kararının kaldırılması için pek çok sebep ileri sürdüm.
Danıştay 1. Dairesinin 27 günde karar vermesi nedeniyle söz konusu dosya, yaptığım itirazlar dikkate alınamadan karara bağlanmıştır. Hâliyle itirazımın ulaşması için makul bir süre beklendikten sonra dosyanın karara bağlanması daha isabetli olurdu.
Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesinin davanın esastan incelenmesi ve duruşma açılması kararının üçüncü dayanağı budur. Şimdi dördüncü dayanağı görelim:
Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesinin davanın esastan incelenmesi ve duruşma açma kararının gerekçesi olarak ileri sürdüğü dördüncü idarî karar, Kırıkkale Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanlığının 9 Temmuz 2014 tarih ve 76366874/30 sayılı “Ramazan Çağlayan hakkında herhangi bir disiplin cezası verilmesine yer olmadığı” kararıdır [8]. Bu Karar, aynı Hukuk Fakültesinin öğretim üyesi Prof. Dr. Emin Bilge’nin hazırladığı soruşturma raporuna dayalıdır. Bu Karar, Dekan Prof. Dr. Ahmet Bilgin tarafından imzalanmıştır. Bu kararın Kırıkkale Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Ahmet Bilgin tarafından imzalandığı tarihte, davalı Ramazan Çağlayan adı geçen Fakültenin “Dekan Yardımcısı” idi (Bkz. EK-69: 28 Şubat 2014 Tarihli Kırıkkale Üniversitesi Hukuk Fakültesinin Web Sitesinin “Dekan Yardımcıları” Sayfası, infra, s.390).
Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesinin davanın esastan incelenmesi ve duruşma açma kararının beşinci dayanağı YÖK Sosyal ve Beşerî Bilimler Etik Kurulunun 31 Temmuz 2015 tarih ve 2015/05 sayılı Ramazan Çağlayan hakkında aldığı “etik ihlal yoktur” kararıdır.
Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesinin 29 Mayıs 2019 tarih ve E.2017/1161, K.2019/642 sayılı kararının onuncu sayfasının ikinci paragrafında aynen şöyle denmektedir:
Görüldüğü gibi Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesinin kararının dayanaklarından birisi “Yükseköğretim Kurulu Sosyal ve Beşerî Bilimler Araştırma ve Yayın Etiği Kurulunun 31.07.2015 tarihli kararı” ve bu Etik Kurul kararının dayanağı da “Prof. Turan Yıldırım, Prof. Halil Kalabalık ve Prof. Meltem Kutlu Gürsel tarafından düzenlenen bilirkişi raporu”dur.
YÖK Sosyal ve Beşerî Bilimler Araştırma ve Yayın Etiği Kurulunun 31.07.2015 tarihli kararının kendisi dosyaya Ramazan Çağlayan tarafından 16 Kasım 2017 tarihli beyan dilekçesinin ekinde sunulmuştur. Ama Kurul Kararının dayanağı olan Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesinin kararında “Prof. Turan Yıldırım, Prof. Halil Kalabalık ve Prof. Meltem Kutlu Gürsel tarafından düzenlenen bilirkişi raporu” ibaresiyle zikredilen “rapor” dosyaya sunulmamıştır.
Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesinin kendisi, gerekçeli kararında “Prof. Turan Yıldırım, Prof. Halil Kalabalık ve Prof. Meltem Kutlu Gürsel tarafından düzenlenen bilirkişi raporu”ndan bahsediyor. Bu raporun, gerek YÖK Etik Kurulundaki soruşturmada, gerekse Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesinin önünde görülen davada, karara temel teşkil eden önemli bir rapor olduğu açıktır. Bu raporun, -daha doğrusu raporların [9] -, bilinmesinde kamu yararı vardır. Adı geçen öğretim üyelerinin hazırladıkları raporlar, sadece YÖK Etik Kurulunun 31 Temmuz 2015 tarihli “intihal yoktur” kararının değil, aynı zamanda Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesinin 29 Mayıs 2019 tarih ve E.2017/1161, K.2019/642 sayılı kararının dayanakları arasında gösterilmiştir.
İlave edeyim ki, adı geçen öğretim üyelerinin isimleri, sadece Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesinin 29 Mayıs 2019 tarih ve E.2017/1161, K.2019/642 sayılı kararında (EK-95) değil, istinaf kararının temyiz etmemiz üzerine verilen Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 2 Mart 2020 tarih ve E.2019/4047, K.2020/2182 sayılı kararında da geçiyor (bkz. EK-99).
Burada ismini zikrettiğim meslektaşlarım, burada isimlerinin zikredilmesinden rahatsız olmuş olabilirler. Ancak saygıdeğer meslektaşlarıma şunu söylemek isterim ki, sizin isimlerinizi alenî bir hukuk davasında zikreden kişi ben değilim. Sizin isimleriniz Ramazan Çağlayan’ın 16 Kasım 2017 tarihli beyan dilekçesiyle sunduğu belgelerde ve bu belgelere dayanarak karar veren Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesinin 29 Mayıs 2019 tarih ve E.2017/1161, K.2019/642 sayılı gerekçeli kararında geçiyor (EK-95, infra, s.483). İlave edeyim ki, sizin isimleriniz, ayrıca Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 2 Mart 2020 tarih ve E.2019/4047, K.2020/2182 sayılı kararında da geçiyor (EK-99, infra, s.557).
Aleyhime olan Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesinin kararının dayanakları arasında sizin YÖK Etik Kuruluna sunduğunuz raporlarınız da vardır. Aleyhime kesin hükümle sonuçlanmış bir davada, aleyhime tesis edilen hükmün dayanaklarının neler olduğu tartışmak ve bu raporların gerçek olup olmadıklarını ve keza gerçekseler ne yönde olduklarını sorgulamak benim hakkımdır. Sanıyorum bunu bilmek sadece benim hakkım değil, Ramazan Çağlayan’ın İdarî Yargılama Hukuku kitabında usûlsüz alıntı bulunmadığına karar veren Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesinin kararının ve Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin kararının gerekçelerini merak eden akademik kamuoyunun da hakkıdır.
Böylece Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesinin 27 Aralık 2017 tarihli davanın esastan incelenmesi ve duruşma açma kararının ve keza 29 Mayıs 2019 tarih ve E.2017/1161, K.2019/642 sayılı gerekçeli kararının dayanaklarını görmüş olduk.
Burada, Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesinin 27 Aralık 2017 tarihli davanın esastan incelenmesi ve duruşma açma kararının dayanaklarının her biri hakkındaki spesifik eleştiriler dışında, her biri için geçerli olan şu ortak eleştiriyi de belirtmek isterim.
Bir hukuk mahkemesinin kararında ceza soruşturmasında veya disiplin soruşturmasında veya etik ihlâl soruşturmasında alınmış bilirkişi raporlarına ve bu soruşturmalarda alınan kararlara dayanılması hukuken yanlıştır. Çünkü hukuk davası başka, ceza davası başka, disiplin soruşturması başka, etik soruşturma daha başkadır. Hukuk davasında bir fiilin “haksız fiil” oluşturup oluşturmadığı, ceza davasında bir filin “suç” oluşturup oluşturmadığı, disiplin soruşturmasında bir fiilin “disiplin suçu” oluşturup oluşturmadığı, etik soruşturmada ise bir filin “etik ihlâl” oluşturup oluşturmadığı incelenir. “Haksız fiil”in, “suç”un, “disiplin suçu”nun ve “etik ihlâl”in varlık koşulları ve unsurları birbirinden farklıdır. “Suç”, “disiplin suçu” veya “etik ihlâl” teşkil etmeyen bir fiil, pekâlâ “haksız fiil” teşkil edebilir. (Malum, Türk Borçlar Kanunun 74’üncü maddesi uyarınca, hukuk hâkimi, ceza hakiminin beraat değil, sadece mahkumiyet kararıyla bağlıdır). Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesinin bu kararı bu nedenle de yanlıştır. Bu hususu EK-96’da sunduğumuz Temyiz Dilekçemizin 24’üncü sayfasının ilk paragrafında dile getirip bu sebeple de kararın bozulmasını talep ettik. Ancak Yargıtay 11. Hukuk Dairesi 2 Mart 2020 tarih ve E.2019/4047, K.2020/2182 sayılı kararıyla, bu temyiz sebebimize ilişkin tek cümle etmeden, temyiz konusu Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesinin kararını onamıştır.
Yukarıda Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesinin 22 Aralık 2017 tarihli davanın esastan incelenmesi ve duruşma açma kararının incelenmesi ve eleştirisine biraz geniş yer ayırdık (Zaten aynı hususa adı geçen Mahkemenin 29 Mayıs 2019 tarih ve E.2017/1161, K.2019/642 sayılı gerekçeli kararında da verilmiştir). Ancak Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesinin daha işin başında verdiği davanın esastan incelenmesi ve duruşma açma kararındaki bu vahim hataların etraflıca ortaya konulması gerekiyordu. Çünkü bu karar, istinaf incelemesini başlatan bir karardır.
Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesinin 22 Aralık 2017 tarihli davanın esastan incelenmesi ve duruşma açma kararındaki bu hatalar, davanın artık seyrinin değiştiğini bize gösteriyordu. Nitekim bundan sonra dava hep bizim aleyhimize seyretti. Şimdi bu seyri, kaldığımız yerden adım adım görelim.
6. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesi, 22 Aralık 2017 tarihli davanın esastan incelenmesi ve duruşma açma kararından sonra, 28 Aralık 2017 tarihli yazısıyla Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesine, Hacettepe Üniversitesi Hukuk Fakültesine, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesine, Bilkent Üniversitesi Hukuk Fakültesine, TOBB Üniversitesi Hukuk Fakültesine, Başkent Üniversitesi Hukuk Fakültesine, Çankaya Üniversitesi Hukuk Fakültesine, Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Hukuk Fakültesine, Atılım Üniversitesi Hukuk Fakültesine, Ufuk Üniversitesi Hukuk Fakültesine “Fikri mülkiyet/telif hakları ve idari hukuk alanlarında bilirkişilik yapabilecek öğretim üyelerinizin isim, TC kimlik numarası, adres ve telefon (GSM) bilgilerinin ACELE olarak Başkanlığımıza gönderilmesi”ni talep etti (EK-70: 28 Aralık 2017 Tarihli Bilirkişi İsmi Talep Müzekkeresi, infra, s.391).
Üniversitelerden gelen cevap yazılarına ilişkin bir kayda (Gazi Üniversitesi ve Hacettepe Üniversitesi dışında) UYAP’taki dosyada rastlayamadım.
7. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesi, naip üye Erol Kaplan yönetiminde birinci duruşmasını 14 Şubat 2018 tarihinde yaptı ve yeni bir bilirkişi heyetinden rapor istenmesine karar verdi (EK-71: 14 Şubat 2018 Tarihli Duruşma Tutanağı).
8. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesi naip üyesi, bu duruşmadan bir gün sonra, 15 Şubat 2018 tarihli ara kararıyla “Hayri Bozgeyik, Gül Baysan ve Mustafa Ayhan Tekinsoy’un bilirkişi olarak tayinlerine” karar verdi (EK-72: 15 Şubat 2018 Tarihli Ara Karar).
9. Vekilim Fahrettin Kayhan’ın sunduğu 23 Şubat 2018 tarihli dilekçeyle Prof. Dr. Hayri Bozgeyik ve Prof. Dr. Gül Baysan’ın bilirkişi olarak seçilmesine itiraz ettik (EK-73: 23 Şubat 2018 Bilirkişi Seçimine İtiraz Dilekçesi).
10. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesinin sayın naip üyesi, 26 Şubat 2018 tarihli ara kararıyla bilirkişi ret talebimizi reddetti (EK-74: 26 Şubat 2018 Tarihli Ara Karar).
Bir Gözlem.- Ret talebimiz 23 Şubat 2018 tarihli, ret talebimizin reddine ilişkin ara kararı 26 Şubat 2018 tarihlidir. Dört günde ara karar çıkmıştır. Üstelik bu dört günün iki günü de Cumartesi Pazar’dır. Burada bir gözlemimi de aktarmak isterim: Yukarıda (s.88) birinci bölümde ayrıntılarıyla gösterildiği gibi, İlk Derece Mahkemesi huzurunda tam 5 yıl 4 ay ve 20 gün süren bu dava, istinaf aşamasında 1 yıl 7 ay 23 günde, temyiz safhasında ise 5 ay 4 günde karara bağlanmıştır. Aşağıda daha pek çok örnekte görüleceği gibi İstinaf Mahkemesi bizim başvurularımızı genellikle bir iki gün içinde reddetmiştir.
11. Bilirkişi olarak atanan. Doç. Dr. Ayhan Tekinsoy, 2 Mart 2018 tarihli dilekçesiyle “tarafsızlığının şüpheli olması” ve “ayrıca akademik yoğunluğu” nedeniyle bilirkişilik görevinden affını talep etmiştir.
12. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesi naip üyesi Erol Kaplan aynı gün, yani 2 Mart 2018 tarihinde aldığı ara kararla Doç. Dr. Ayhan Tekinsoy’u bilirkişi heyetinden çıkartılmasına ve yerine Prof. Dr. Metin Günday’ın atanmasına karar vermiştir (EK-75: 2 Mart 2018 Tarihli Ara Karar).
13. Ramazan Çağlayan, 5 Mart 2018 tarihli dilekçesiyle “Fazıl M. Köprülü” takma ismini kullanan bir yazarın benim hakkımda ortaya attığı iftiraları dilekçesine ekleyerek ve güya benim Metin Günday’ın eserlerinden usûlsüz alıntılar yaptığımı iddia ederek ve bu nedenle Metin Günday’ın “bilirkişi heyetinden çıkartılmasını talep etmiştir”. Galiba Ramazan Çağlayan, Metin Günday’ın bana kızıp bana karşı objektif davranamayacağından ve benim aleyhime önyargılı bir rapor hazırlayacağından, bunun da “dava açısından şaibe doğuracağı”ndan endişe etmektedir. Ne ince bir düşünce! sayın Ramazan Çağlayan, 5 Mart 2018 tarihli bilirkişi seçimi itiraz dilekçesine “Fazıl M. Köprülü” isimli yazarın yazdığı iftira mahsulü kitabı da eklemeyi ihmal etmedi.
“Fazıl M. Köprülü” Hakkında Bir Not.- 2014 yılında “Fazıl M. Köprülü” takma isimli bir yazar, benim 1999 yılı idare hukuku ders takrirlerimin intihal ürünü olduğu iddiasıyla bir kitap yayınladı. Söz konusu ders takrirlerim, benim Ankara’da öğrenciliğim döneminde okuduğum eski “teksir”ler, Fransa’da öğrenciliğim döneminde gördüğüm “polycopié”ler gibi, A4 kağıdına 1,5 satır arasıyla yazılmış, dersi olan öğrenciler dışında dağıtımı yapılmamış, büyük çoğunluğuna kapak dahi takılmamış bir ders malzemesidir. Ders takririnin başında bulunan “Açıklama” başlıklı sayfada da bu durum açıkça belirtilmiştir.
“Fazıl M. Köprülü” yazar adıyla yayınlanan bu kitap, “yazarı” tarafından fizikî olarak veya PDF olarak e-posta yoluyla bütün hukuk fakültesi öğretim elemanlarına ve hâkimlere gönderildi. Keza benim açtığım davalarda ve bana karşı açılmış davalarda, kendilerini usûlsüz alıntıyla suçladığım her bir yazar tarafından (sadece Ramazan Çağlayan değil, diğer yazarlar tarafından da) bu kitap, mahkemeye karşı delil olarak sunuldu. Böylece “bakın, bizi intihalle suçlayan Kemal Gözler’in kendisi intihalci” dendi. Ne ustaca savunma!
Bu konuda şunu söylemek isterim ki, Türkiye’de, “Fazıl M. Köprülü” isimli bir yazar yoktur.
“Fazıl M. Köprülü” kimdir? Bu takma ismi kullanan yazar kimdir? “Fazıl M. Köprülü” takma ismini kullanan yazarın yayınladığı bu kitabın ISBN’si ve bandrolü yoktur. ISBN başvurusu yapılmamış ve bandrol beyannamesi verilmemiştir. Kitabı basan matbaanın sertifika numarası kitapta belirtilmemiştir. Bunlar (ISBN, bandrol numarası veya sertifika numarası) olsaydı kitabı yazan “Fazıl M. Köprülü”nün gerçekte kim olduğunu tespit edebilecektik.
Şüphesiz benim kitaplarım, makalelerim ve diğer çalışmaların eleştiriden muaf değildir. Bu eleştiriler doğru ise, benim yapmam gereken şey, hatalarımı kabul etmek ve bunları düzeltmekten ibarettir. Yine hiç şüphe yok ki, benim kitaplarım hakkında da intihal bulunduğu iddiası ileri sürülebilir. Ama bunu yapmanın minimum bir ahlakî standardı vardır: İddiada bulunacak kişinin kendi ismini saklamadan bu iddiaları dile getirmesi.
Ben yayınladığım kitaplarla 10’dan fazla yazarın kitaplarında usûlsüz alıntılar bulunduğunu iddia ettim. Bu iddiaları kendi ismimle dile getirdim. İsmimi gizlemedim. Takma isim kullanmadım.
Maalesef Türkiye’de bazıları bu medenî cesareti gösteremiyorlar. Muarızlarımdan da aynı şeyi beklerim. Niye korkuyorsunuz? Neden kendi isminizle ortaya çıkmıyorsunuz? Neden “Fazıl M. Köprülü” isminin arkasına saklanıyorsunuz?
“Fazıl M. Köprülü” sahte ismiyle yayınlanan bu ISBN’siz, bandrolsüz ve matbaa sertifika numarası belirtilmemiş kitap, beni yıpratmak amacıyla çok kullanıldı. 2014 ve 2015 yılında fizikî olarak ve e-posta yoluyla binlerce kişiye gönderildi. Türkiye’de o yıllarda görev yapan bütün hâkim ve savcıların “@adalet.gov.tr” uzantılı resmi e-posta adreslerine gönderildi. Söz konusu iftira mahsulü kitap benim açtığım bütün davalarda karşı delil olarak dosyaya sunuldu.
İntihalle mücadele eden kişiyi intihalle suçlamak ne büyük bir strateji!
Sahte bir isimle yazılan kitapla bir yazarı intihalle suçlamak hangi ahlâk anlayışına sığar?
“Fazıl M. Köprülü”nün kim olduğunu ben çok araştırdım ve bulamadım. Söz konusu kitap ve yazarı hakkında Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda bulundum. Kaç yıl oldu “Fazıl M. Köprülü”nün kim olduğu tespit edilemedi. Soruşturma hâlâ açık mıdır, kapalı mıdır bilmiyorum.
“Fazıl M. Köprülü” sahte ismini kullanan yazara sesleniyorum: Neden korkuyorsunuz? Ortaya çıkın ve “Fazıl M. Köprülü” benim deyin!
Tekrar soruyorum: “Fazıl M. Köprülü” kimdir? Bilen birileri var ise lütfen söylesin.
14. Ramazan Çağlayan’ın 5 Mart 2018 tarihli dilekçesinden iki gün sonra, 7 Mart 2018 tarihinde Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesi naip üyesi verdiği ara kararla,
karar verdi (EK-76: 7 Mart 2018 Tarihli Ara Karar).
Eleştiri 3.- Zaten yukarıda açıklandığı gibi, Daire, 28 Aralık 2017 tarihli yazısıyla Ankara’daki bütün hukuk fakültelerine (Yıldırım Beyazıt, Hacettepe, Ufuk ve Gazi dahil) bilirkişi istenmesi konusunda yazı yazmıştı (EK-68). Neden bu ikinci yazıyı sadece Ankara Yıldırım Beyazıt, Ankara Hacettepe, Ankara Ufuk ve Ankara Gazi Üniversitelerine yazmaktadır? Bunun sebebi dosyadan anlaşılamamaktadır
15. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesi, aynı, yani 7 Mart 2018 tarihinde Ankara Ufuk Üniversitesi Hukuk Fakültesine, Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Hukuk Fakültesine ve Ankara Hacettepe Üniversitesi Hukuk Fakültesine bilirkişi ismi bildirilmesi için yazı yazmıştır (EK-77: 7 Mart 2018 Tarihli Bilirkişi Talep Yazısı, infra, s.401).
16. Ufuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi, 15 Mart 2018 tarihli yazısıyla Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesine bilirkişi olarak Dr. Celal Işıklar’ın ismini bildirmiştir (UYAP’taki dosyada Ufuk Üniversitesinin cevap yazısını bulamadık. Vekilim de mahkemedeki fizikî dosyada bu yazıyı bulamadı [Dosya oldukça hacimli ve düzensizdir]. Ufuk Üniversitesinin yazısının tarihi adı geçen 3 Nisan 2018 tarihli ara kararında 15 Mart 2018 olarak belirtilmiştir).
17. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesi naip üyesi, Ankara Yıldırım Beyazıt, Hacettepe, Gazi Üniversitelerinden cevap yazılarının gelmesini beklemeden, 26 Mart 2018 tarihli ara kararıyla “Ufuk Üniversitesi Hukuk Fakültesinden gelen cevabi yazıda ismi geçen Dr. Celal IŞIKLAR'ın bilirkişi olarak seçilmesine” karar verdi (EK-78: 26 Mart 2018 Tarihli Ara Karar, infra, s.402).
Eleştiri 4.- Üniversitelere yazılan yazı 7 Mart 2018 tarihlidir. Bilirkişi seçim kararı ise 26 Mart 2018 tarihlidir. Ara kararının verildiği tarih itibarıyla Mahkemenin 7 Mart 2018 tarihli yazısına tek gelen cevap Ufuk Üniversitesindendir. Dosyada bu tarih itibarıyla diğer üniversitelerden Mahkemenin 7 Mart 2019 tarihli yazısına gelen bir cevap yoktur. Yazının üniversitelere gitmesi ve üniversitelerin cevap yazılarını yazması ve Mahkemeye göndermesi için geçen süre 19 gündür. Mahkemenin diğer üniversitelerden gelecek cevapları bekledikten sonra bilirkişi seçmesi daha isabetli olurdu.
18. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesi naip üyesi Erol Kaplan, iki gün sonra, 28 Mart 2018 tarihinde yeni bilirkişi Celal Işıklar’ı davet edip yemin ettirdi ve böylece Celal Işıklar bilirkişilik görevine başladı (EK-79: 28 Mart 2018 Tarihli Yemin Tutanağı).
Eleştiri ve Gözlem 5.- Özetle: (1) Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesi sayın naip üyesi, 7 Mart 2020 tarihinde Ufuk Üniversitesine yazı yazılmasına karar verdi. (2) Yazı aynı gün yazıldı. (3) Ufuk Üniversitesine bilmediğim bir tarihte tebliğ edildi. (5) Ufuk Üniversitesi tespit edemediğim bir tarihte cevap yazdı ve bu yazıyı Mahkemeye gönderdi. (6) Bu yazı mahkemeye bilmediğim bir tarihte ulaştı. (7) Bu yazıya dayanarak Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesi naip üyesi, Dr. Celal Işıklar'ı bilirkişi olarak seçti. (8) Celal Işıklar yemin için çağrıldı. (9) Celal Işıklar yemin için geldi ve hâkim huzurunda 28 Mart 2018 tarihinde yemin etti. Bu 9 işlem, 7 Mart ile 26 Mart tarihleri arasında yani sadece 19 gün içinde gerçekleşti.
19. Vekilim Fahrettin Kayhan tarafından sunulan UYAP’ta 2 Nisan 2018 tarihiyle kayıtlı olan dilekçemizle, “HMK 272 maddesi delaletiyle HMK 36. maddesinin 1. fıkrası uyarınca bilirkişinin tarafsızlığından şüpheyi gerektiren önemli sebeplerin bulunması nedeniyle” Dr. Celal IŞIKLAR hakkında ret talebinden bulunduk (EK-80: 2 Nisan 2018 Kayıt Tarihli Avukat Fahrettin Kayhan Tarafından Sunulan Bilirkişi Ret Dilekçesi). Dilekçede ileri sürdüğümüz ret sebeplerini biraz aşağıda ayrıntılı olarak inceleyeceğiz.
20. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesi naip üyesi Erol Kaplan, Celal Işıklar hakkındaki 2 Nisan 2018 kayıt tarihli bilirkişi ret dilekçemizi, izleyen gün, yani 3 Nisan 2018 tarihinde verdiği ara kararla reddetmiştir (EK-81: 3 Nisan 2018 Tarihli Ara Karar). Mahkemenin ret gerekçesini biraz aşağıda inceleyeceğiz.
Bir Gözlem.- Yukarıda 15 Şubat 2018 tarihli bilirkişi seçimine ilişkin ilk karar ile bizim Celal Işıklar’a karşı itirazımızın reddedildiği 3 Nisan 2018 tarihi arasında yani 45 günlük bir süre içinde mahkeme tam altı adet ara kararı almış ve üniversitelerle pek çok yazışma yapmıştır. Hâliyle mahkemenin hızından yakınacak değilim. Keşke bu hız, ilk derece mahkemesi olan Ankara 2. Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi önünde ve talimat mahkemesi olan İstanbul 1. Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi önünde de olsaydı. Yukarıda (s.88) gösterildiği gibi bu davanın ilk derece safhası tam 5 yıl 4 ay ve 20 gün sürmüştür.
Yukarıda açıkladığımız gibi Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesi naip üyesi, 26 Mart 2018 tarihli ara kararıyla Dr. Celal Işıklar’ı bilirkişi olarak seçti (EK-78: 26 Mart 2018 Tarihli Ara Karar).
Celal Işıklar’ın bilirkişi seçilmesine 2 Nisan 2018 kayıt tarihli dilekçemizle itiraz ettik ve kendisi hakkında ret talebinde bulunduk (EK-80). Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesi naip üyesi, Celal Işıklar hakkındaki bilirkişi ret dilekçemizi, izleyen gün, yani 3 Nisan 2018 tarihinde verdiği ara kararla reddetmiştir (EK-81).
Kanımızca sayın Celal Işıklar hakkında ret sebebi vardır ve dolayısıyla Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesinin sayın naip üyesinin talebimizi reddeden kararı iki nedenden dolayı hukuka aykırıdır. Şöyle:
Önce, dilekçemizde ileri sürdüğümüz birinci sebebi ve bu sebep hakkında naip üye sayın Erol Kaplan’ın verdiği kararı görelim:
Dilekçede ileri sürdüğümüz birinci ret sebebimiz şuydu: Sayın Dr. Celal Işıklar, “öğretim üyesi” değildi ve dolayısıyla, Mahkemenin, bilirkişilerin öğretim üyeleri arasından seçilmesini öngören kendi kararına aykırıydı. 2 Nisan 2018 tarihli bilirkişi seçimine itiraz dilekçemizde bu konuda şöyle diyorduk:
Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesinin sayın naip üyesi, Celal Işıklar hakkındaki 2 Nisan 2018 tarihli bilirkişi ret talebimizi ertesi gün yani 3 Nisan 2018 tarihinde verdiği ara kararla reddetmiştir. Ret kararı şöyledir:
Biz, sayın Celal Işıklar’ın üniversitede kadrolu bir “öğretim üyesi” olmadığını tespit edip, üniversiteye yazı yazılarak harici bilirkişi olarak görevlendirilemeyeceğini iddia ettik.
Bu iddiamız hakkında sayın naip üyenin verdiği 3 Nisan 2018 tarihli ara kararı yukarıdadır. Bu ara kararda bizim iddiamıza verilen bir cevap yoktur. Ara kararda, “Celal IŞIKLAR'ın üniversitede kadrolu öğretim üyesi olmamasının, bilirkişinin konuk öğretim üyesi olduğu üniversitede davalının da konuk öğretim üyesi olmasının ya da profesör unvanı taşımamasının bilirkişinin tarafsızlığında şüphe edilmesini gerektirmediği anlaşılmakla bilirkişinin reddine ilişkin davacı vekilinin talebinin reddine karar vermek gerekmiştir” denmektedir. Bizim birinci itiraz sebebimiz, bilirkişinin tarafsızlığıyla ilgili değil; bilirkişinin “öğretim üyesi” olmadığı ve bu hususun, bilirkişi seçmek için “öğretim üyesi” olma şartını arayan bizzat mahkemenin kendi kararına aykırı olmasıyla ilgilidir.
Tekrarlayayım: Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesinin sayın naip üyesinin, “öğretim üyesi” sıfatı bulunmayan Celal Işıklar’ı bilirkişi olarak seçmesi bizzat kendi ara kararına ve bu ara kararına atıfla hukuk fakültelerine yazdığı bilirkişi isteme yazılarına aykırıdır. Şöyle: Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesinin Ankara’daki bütün hukuk fakültelerine gönderdiği 28 Aralık 2017 tarihli bilirkişi ismi isteme yazısı şöyledir:
Yine Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesinin Ankara Ufuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanlığına yazdığı 7 Mart 2018 tarihli bilirkişi ismi isteme yazısında,
istenmektedir (Aşağıda s.401’de EK-77’ye bakınız. Dahası ekteki yazıdan görüleceği gibi yazının bu kısmı dikkat çeksin diye koyu harflerle yazılmıştır).
Bu yazıya göre, Ankara’da bulunan hukuk fakültelerinin dekanlıklarının Mahkemeye bildirecekleri ismin “öğretim üyesi” olması gerekir. Bilindiği gibi 2547 sayılı Kanunun 3’üncü maddesinde (fıkra 1-m) “öğretim üyeleri”, “yükseköğretim kurumlarında görevli profesör, doçent ve doktor öğretim üyeleri” olarak tanımlanmıştır. Bu tanıma göre, bir üniversitede ders ücreti karşılığı ders veren “doktor” unvanına sahip emekli bir hâkim, “öğretim üyesi” sıfatına sahip değildir. Bu kişinin “öğretim üyesi” sıfatına sahip olması için (1) “profesör, doçent ve doktor öğretim üyesi” unvanlarından birine sahip olması ve (2) “yükseköğretim kurumlarında görevli” olması gerekir.
Sayın Celal Işıklar da bilirkişi olarak seçildiği tarihte, (1) “profesör, doçent ve doktora öğretim üyesi” unvanlarından birine sahip değildi ve (2) “yükseköğretim kurumlarında görevli” de değildi. O hâlde, sayın Celal Işıklar’ın “öğretim üyesi” sıfatı bulunmamaktaydı. Dolayısıyla “öğretim üyesi” sıfatıyla bilirkişi olarak görevlendirilmesi bizzat Dairenin kendi kararına aykırıdır.
Belirteyim ki, olay tarihinde sayın Celal Işıklar, emekli bir askerî hakimdi ve Ufuk Üniversitesi Hukuk Fakültesinde sadece ikinci dönem ders ücreti karşılığı haftada iki saat “İdare Hukuku (Uygulama)” isimli bir dersi vermek dışında üniversite ile bir ilgisi yoktu.
Ufuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanlığının “öğretim üyesi” sıfatına sahip olmayan Celal Işıklar’ın ismini Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesine bildirmemesi gerekirdi. Bu yazı mahkemenin müzekkeresine aykırı bir yazıydı.
Ufuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanlığının Celal Işıklar'ın ismini mahkemenin müzekkeresine aykırı olarak Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesine bildirdiği bu yazıya ben UYAP'taki dava dosyasından ulaşamadım. (UYAP’ta Ufuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanlığına yazılan 7 Mart 2018 tarihli bilirkişi ismi isteme yazısının [EK-77] kaydı var; ama cevap yazısının kaydı yok. Vekilim avukat Fahrettin Kayhan fizikî dosyada bu yazıyı aradı, o da bu yazıyı dosyada bulamadı. Belirtelim ki fizikî dosya çok hacimlidir ve oldukça karışıktır. Mahkemenin 3 Nisan 2018 tarihli ara kararından (EK-81) Ufuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanlığının söz konusu yazısının 15 Mart 2018 tarihli olduğu anlaşılıyor.
* * *Bu arada belirteyim ki, bilirkişilik tarihinde öğretim üyesi olmadığından yakındığımız Celal Işıklar, 2019 yılının sonlarında veya 2020 yılının başlarında Konya Karatay Üniversitesi Hukuk Fakültesinde Doçent olarak atanmıştır [10] , yani sayın Işıklar artık “öğretim üyesi” olmuştur.
* * *Ufuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanlığı, mahkemenin müzekkeresine aykırı bir şekilde, o zaman “öğretim üyesi” olmayan bir emekli askerî hâkim olan sayın Celal Işıklar’ın ismini Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesine bildirmiş, Dairenin naip üyesi de bu Celal Işıklar’ı bilirkişi olarak atamıştır. Naip üyenin Celal Işıklar’ı bilirkişi olarak seçmesi, bizzat kendisinin ara kararına, bizzat kendisinin Ankara’daki bütün hukuk fakültelerine yazdığı 28 Aralık 2017 tarihli müzekkeresine, yine Ufuk Üniversitesine yazdığı 7 Mart 2018 tarihli müzekkeresine aykırıdır.
Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesi sayın naip üyesinin bu hatalı bilirkişi seçimi, bir zühul eseri olmamıştır. Zira biz 2 Nisan 2018 kayıt tarihli bilirkişi ret dilekçemizde Celal Işıklar’ın “öğretim üyesi” olmadığını bildirerek görevden alınmasını talep ettik. Sayın naip üye, Celal Işıklar’ın öğretim üyesi olmadığı vakıasını bilmesine rağmen, Celal Işıklar’ı görevden almadı ve 3 Nisan 2018 tarihli ara kararıyla bizim itirazımızın reddine karar verdi.
Sanıyorum, davasını söz konusu bilirkişinin raporu ile kaybetmiş ve hakkını arayan bir vatandaş olarak şu soruları sormak hakkımdır: Bu davada Celal Işıklar, hangi sıfatına dayanılarak bilirkişi olarak seçilmiştir? Celal Işıklar, öğretim üyesi değildi. Ufuk Üniversitesinde ders saati ücreti karşılığında “İdare Hukuku (Uygulama)” dersini veren, dışarıdan doktora yapmış bir emekli bir askerî hakimdi. Emekli askerî hâkim olması herhalde bu davada bilirkişi olarak seçilmesi için yeterli değildir. Dışarıdan doktora yapmış olması da bilirkişi seçilmesi için yeterli değildir. Çünkü doktor unvanı başka, öğretim üyesi unvanı başkadır. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesinin Ufuk Üniversitesi Hukuk Fakültesine yazdığı 7 Mart 2018 tarihli yazıda (bkz. EK-77), adı geçen Fakülteden, doktora unvanına sahip kişilerin değil, “idare hukuku öğretim üyeleri”nin isimlerinin bildirilmesi istenmiştir.
Vakıa şu ki, Celal Işıklar’ın olmadığı hâlde “idare hukuku öğretim üyesi” sıfatıyla bilirkişi olarak seçilmesi, bu davanın kaderini belirlemiştir. Bilirkişi heyeti üç kişiden oluşmaktadır ve içlerinde sadece Celal Işıklar idare hukuku “öğretim üyesi” sıfatıyla görevlendirilmiştir (ki o da yukarıda açıklandığı gibi “öğretim üyesi” değildir).
Ankara’da kurulu bulunan hukuk fakültelerinde 2018 yılının Mart ayında görev yapan pek çok idare hukuku profesörü, doçenti ve yardımcı doçenti var iken, bu davada, üniversite ile ders ücreti karşılığı sadece ikinci dönem haftada iki saat “İdare Hukuku (Uygulama)” isimli bir dersi vermekten başka bir ilgisi olmayan bir emekli askerî hâkimin bilirkişi olarak görevlendirilmesi amaca ve duruma uygun değildir.
Prof. Dr. unvanlı iki öğretim üyesi arasındaki davanın kaderi, “öğretim üyesi” sıfatına sahip olmayan, o tarihte öğretim üyesi olarak hayatında üniversitede çalışmamış olan, dışarıdan doktora yapmış olan bir emekli askerî hâkimin düzenlediği bilirkişi raporuna dayanılarak belirlenmiştir. Kanımca ortada sadece hukuka aykırılık değil, teamüllere de aykırılık vardır.
Sayın Celal Işıklar’ın “öğretim üyesi” sıfatına sahip olmadığını ve dolayısıyla bu davada bilirkişilik yapmaya ehil olmadığı hususunu Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesi pek çok defa beyan ettik. Muhtemelen bu beyanlarımız, bizzat sayın Celal Işıklar’ı da rahatsız etmiştir ki, kendisi, Daireye, 12 Şubat 2018 (doğrusu 2019 olmalı) tarihli “Davacı beyanlarına karşı zorunlu açıklama” başlıklı bir dilekçe sunmuştur [11]. Sayın Celal Işıklar, bu dilekçede başka hususların yanında şu açıklamaları da yapma ihtiyacını hissetmiştir:
Yani sayın Celal Işıklar, benim iddialarımı teyit ediyor. Celal Işıklar özetle şunları söylüyor: 1. Ben öğretim üyesi değil, emekli hâkimim. 2. Benim emekli hâkim olarak bilirkişilik talebim olmadı; talebim olmamasına rağmen beni mahkeme görevlendirdi. 3. Bence de bu davada bilirkişilik görevinin Fransızca bilen deneyimli bir idare hukuku profesörü tarafından yapılması gerekirdi.
Celal Işıklar’ın söylediği bu şeyler, aynen benim bu davada iddia ettiğim şeylerdir. Sayın Celal Işıklar, “emekli bir hâkim olarak bilirkişilik başvurum olmayıp, [bu görevin] esasen Fransızca bilen deneyimli öğretim üyelerinin ifasının uygun olacağı görüşünde olmakla beraber, mahkemenin verdiği görevi yasal zorunluluk gereği yerine getirmekte olduğu izahtan varestedir” diyor. Zaten ben de bu davada bunu dedim.
Burada ayrıca belirtmek isterim ki, sayın Celal Işıklar bir ihtimal öğretim üyesi sıfatına sahip olsaydı bile kendisinin ismi Ufuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi tarafından bilirkişi olarak mahkemeye bildirilemezdi. Bir fakülte ancak kendi kadrosunda bulunan öğretim üyelerini bilirkişi olarak mahkemeye bildirebilir. Bir kişinin o fakültede ders ücreti karşılığında ders vermesi o kişiyi o fakültenin kadrosuna katmaz.
Ufuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanlığının mahkemeye Celal Işıklar’ın ismini bildirmesi, bizzat kendisine mahkeme tarafından yazılan 7.3.2018 tarihli müzekkereye (bkz. EK-77, infra, s.401) de aykırıdır. Çünkü bu müzekkerede Fakülteden “İdare Hukuku öğretim üyelerinizin isim”lerinin bildirilmesini talep edilmektedir. “Öğretim üyelerinizin” demek sizin kadronuzda bulunan öğretim üyesi demektir. Kendi kadrosunda bulunmayan ve keza öğretim üyesi de olmayan ders saati karşılığı ders veren bir emekli hâkimin isminin Ufuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanlığı tarafından bilirkişi olarak Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesine bildirilmesi bir hatadır ve bu hata bizim davamızın kaderini belirlemiştir.
2 Nisan 2018 kayıt tarihli bilirkişi Celal Işıklar’ın reddine ilişkin sunduğumuz dilekçede ikinci ret sebebimiz şuydu:
Bilindiği gibi HMK, m.272/1’e göre “hâkimler hakkındaki yasaklılık ve ret sebepleriyle ilgili kurallar, bilirkişiler bakımından da uygulanır”. Yine HMK, m.36/1’e göre, “hâkimin tarafsızlığından şüpheyi gerektiren önemli bir sebebin bulunması hâlinde, taraflardan biri hâkimi” reddedebilir.
Yukarıda açıklandığı gibi, dava zamanında, davalı Ramazan Çağlayan ile bilirkişi Celal Işıklar, aynı fakültede aynı dersi veriyorlardı. Davalı Ramazan Çağlayan “İdare Hukuku” dersini, bilirkişi Celal Işıklar da “İdare Hukuku (Uygulama)” dersini veriyordu. Bu iki ders arasında yakın bağlantı olduğu açıktır. Bu iki dersi veren kişiler arasında da kaçınılmaz olarak yakın bir bağlantı ve aralarında işbirliği olması gerekir. Dolayısıyla bilirkişi Celal Işıklar’ın Ramazan Çağlayan karşısında tarafsız ve objektif kalamayacağı açıktır. Bu durum bilirkişinin “tarafsızlığından şüpheyi gerektiren önemli bir sebep” değil de nedir?
Biz de bu sebebi ileri sürüp, bilirkişi Celal Işıklar hakkında ret talebinde bulunduk. Ne var ki bizim ileri sürdüğümüz bu sebep hakkında Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesi naip üyesinin ara kararında verdiği cevap şundan ibarettir:
Ara karardaki bu cümle maddî vakıa olarak doğru değildir. Davalı ve bilirkişi aynı üniversitede farklı iki dersi veren birbirine eşit iki “öğretim üyesi” değildir (Zaten bilirkişi Celal Işıklar yukarıda açıklandığı gibi “öğretim üyesi” de değildir). Davalı, Ramazan Çağlayan “İdare Hukuku” dersini, bilirkişi Celal Işıklar ise “İdare Hukuku (Uygulama)” dersini vermektedir. Bu derslerin birincisinin teorik, ikincisinin ise bir pratik ders olduğu anlaşılmaktadır. Bu iki dersi veren kişilerin arasında kaçınılmaz olarak yakın bir ilişki vardır.
Bu husus, itirazımızı reddeden sayın naip üye tarafından değerlendirilmemiştir.
Belirtelim ki bu hususu, aşağıda üçüncü bölümde göreceğimiz gibi, temyiz dilekçemizde de temyiz sebebi olarak ileri sürdük. Maalesef bu husus, Yargıtay 11. Hukuk Dairesi tarafından da değerlendirilmemiş; bu husus Yargıtay kararında tartışılmamıştır. Yargıtay, bizim bu temyiz sebebimizi incelememiştir.
Vakıa, bu davada Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesinin kararının üzerine kurulu olduğu bilirkişi raporunda idare hukuku uzmanı sıfatıyla görevlendirilmiş tek bir bilirkişi vardır; o da büyük bir rastlantı sonucu davalı ile aynı fakültede aynı dersi vermektedir! Davalı “İdare Hukuku” dersini, bilirkişi de “İdare Hukuku (Uygulama)” dersini yapmaktadır.
Şu üç hususun altını çizmek gerekir:
1. Ankara’da idare hukuku dersini veren pek çok öğretim üyesi var iken, herhalde bir rastlantı sonucu, davalı ile aynı Fakültede aynı dersi veren bir kişi bilirkişi olarak seçilmiştir.
2. Yine Ankara’da pek çok idare hukuku profesörü, doçenti ve yardımcı doçenti var iken, görevlendirilen bilirkişi, bu sıfatların herhangi birine sahip olmayan, “öğretim üyesi” sıfatı da bulunmayan, haftada iki saat “İdare Hukuku (Uygulama)” dersini veren bir emekli hakimdir! Bu normal bir şey midir?
3. Bu davada ilk derece ve istinaf safhasında -çekilenler dahil- 20’den fazla bilirkişi görevlendirilmiştir. Bunların içinde “öğretim üyesi” sıfatına sahip olmayan tek bir bilirkişi vardır; o da Celal Işıklar’dır ve İstinaf Mahkemesi kararı da onun ve Hayri Bozgeyik’in bilirkişi raporu üzerine kurulmuştur.
Yine ilave edelim ki, bu davanın ilk derece safhasında görevlendirilen ilk bilirkişi heyetinin iki üyesinin, bilirkişiyi ret sebebinin bulunduğu daha sonra ortaya çıkmıştı. Bilirkişi Mustafa Fadıl Yıldırım aynı kitap hakkında Kırıkkale Üniversitesi Rektörlüğünün yürüttüğü bir soruşturmada bilirkişi raporu düzenlemişti, bilirkişi Ender Ethem Atay da Ramazan Çağlayan’ın doçentlik jürisinde görev almıştı (bu konuda yukarıda s.45-46’ya bakınız). Görüldüğü gibi mahkemeler tesadüf sonucu yanlış bilirkişiler seçebiliyor.
Şimdi kaldığımız yerden, davanın seyrini adım adım görmeye devam edelim.
21. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesi naip üyesi, ikinci duruşmayı 16 Mayıs 2018 tarihinde yaptı ve bilirkişi raporunun beklenilmesine karar verdi (EK-82: 16 Mayıs 2018 Tarihli Duruşma Tutanağı).
22. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesi naip üyesi, üçüncü duruşmayı 11 Temmuz 2018 tarihinde yaptı ve bilirkişi raporunun beklenilmesine karar verdi (EK-83: 11 Temmuz 2018 Tarihli Duruşma Tutanağı).
23. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesi naip üyesi, dördüncü duruşmayı 19 Eylül 2019 tarihinde yaptı ve bilirkişi raporunun beklenilmesine karar verdi (EK-84: 19 Eylül 2018 Tarihli Duruşma Tutanağı).
24. Prof. Dr. Hayri Bozgeyik, Dr. Celal Işıklar ve Prof. Dr. Gül Baysan’dan oluşan bilirkişi heyeti tarihsiz bilirkişi raporlarını UYAP’taki kayda göre 23 Ekim 2018 tarihinde mahkemeye teslim ettiler. Bilirkişi raporunun metni üzerinde sahiplerinin eser sahipliğinden kaynaklanan hakları olduğu düşüncesiyle raporu buraya ek olarak koymuyoruz.
Raporda bilirkişiler Hayri Bozgeyik ve Celal Işıklar, intihal olmadığı yolunda görüş bildirmişlerdir. Bilirkişi raporunda çoğunluk görüşünün olduğu kısım toplam 181 sayfadır. Fransızca uzmanı Gül Baysan ise çoğunluk görüşüne muhalif kalmış ve Ramazan Çağlayan’ın kitabında usûlsüz alıntılar bulunduğu yolunda görüş bildirmiştir. Raporu 12 sayfa uzunluğundadır.
25. Bilirkişi raporuna karşı 6 Kasım 2018 tarihinde vekilim Fahrettin Kayhan bir itiraz dilekçesi ve ben de davacı asıl olarak bir itiraz dilekçesi sundum. Vekilim Fahrettin Kayhan, 6 Kasım 2018 itiraz dilekçesinde, bilirkişi raporundaki çelişkilere dikkat çekerek, “bilirkişilerin duruşmaya davet edilerek itirazlarımız konusunda sözlü açıklama yapmalarının istenmesini ve kendilerine soru yöneltme hakkımızın kullandırılmasını” talep etmiştir (EK-85: 6 Kasım 2018 Tarihli Avukat Fahrettin Kayhan’ın Bilirkişi Raporuna İtiraz Dilekçesi). (Aşağıda görüldüğü gibi naip hâkim bu talebi reddetmiştir).
26. Bilirkişi raporuna karşı ben de davacı asıl sıfatıyla 25 sayfalık bir itiraz dilekçesi sundum (EK-86: Benim 6 Kasım 2018 Tarihli Bilirkişi İtiraz Dilekçem). İtiraz dilekçemin tam metni aşağıda s.415-447’de yer almaktadır. Okuyucularımdan itiraz dilekçemi dikkatlice okumalarını rica ediyorum. Ben itiraz dilekçemde ayrıntılarıyla açıkladığım bir hususa burada özellikle dikkat çekmek isterim:
Bilirkişi raporunun ana metninde (s.6-181 arasında) yer alan örneklerde (Örnek 13, 25, 28, 44, 51, 52, 53, 54, 73, 79, 91, 97, 101, 104, 109, 112, 121, 137, 142, 148, 151, 152, 153, 154, 156, 160, 162, 166, 167, 168, 169, 170,172, 177, 180, 181, 182, 183, 195, 197, 204, 205, 206, 207, 208, 210, 211, 212, 213, 214, 216, 218, 219, 220, 221, 223, 226, 236, 248, 251, 257, 259, 264, 269) Fransız yazarların kitaplarından alınmış -yanlış saymadıysak- toplam 302 (üçyüziki) adet Fransızca paragraf vardır (Örnek Fransızca paragraflar için aşağıda 124’üncü sayfaya bakınız). Prof. Dr. Hayri Bozgeyik ve Dr. Celal Işıklar, bu Fransızca paragrafları inceleyerek, Ramazan Çağlayan’ın paragraflarının benim kitabımdan değil, Fransız yazarların kitaplarından Ramazan Çağlayan tarafından yapılmış çeviriler olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Bir bilirkişinin bu sonuca ulaşabilmesi için hâliyle Fransızca bilmesi gerekir. Oysa Hayri Bozgeyik ve Celal Işıklar Fransızca bilmemektedirler. Bilirkişi heyetinin Fransızca bilmeyen bu iki üyesinin nasıl olup da bilirkişi raporunda bu kadar yoğun bir şekilde Fransızca kaynak kullandıkları ve bu kaynaklardan yola çıkarak Ramazan Çağlayan’ın paragraflarının benim paragraflarımdan değil, Fransız yazarlarının paragraflarından alınma olduğu sonucuna ulaşabildikleri merak konusudur.
Belki bu Fransızca paragrafların bilirkişi Hayri Bozgeyik ve Celal Işıklar için Fransızca bilen bilirkişi Gül Baysan tarafından çevrilmiş olduğu sanılabilir. Gül Baysan, Hayri Bozgeyik ve Celal Işıklar’ın çoğunluk görüşüne katılmamış ve Ramazan Çağlayan paragraflarının usûlsüz alıntı olduğu yolunda rapor düzenlemiştir. Ben, yine de bilirkişi itiraz dilekçemde (EK-86:), Gül Baysan’a bilirkişi raporu Hayri Bozgeyik ve Celal Işıklar ana metninde (s.1-181) yer alan toplam 302 adet Fransızca paragrafın kendisi tarafından Hayri Bozgeyik ve Celal Işıklar için Türkçeye çevrilip çevrilmediğinin sorulmasını talep ettim. Biraz aşağıda görüleceği gibi Gül Baysan bu soruya bu paragrafların kendisi tarafından çevrilmediği cevabını vermiştir.
27. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesi naip üyesi, beşinci duruşmayı 21 Kasım 2018 tarihinde yaptı ve bilirkişi heyetinden ek rapor istenmesine karar verdi (EK-87: 21 Kasım 2018 Tarihli Duruşma Tutanağı).
28. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesi altıncı duruşmasını naip üye yönetiminde 13 Şubat 2019 tarihinde yaptı. Bilirkişi ek raporunun sunulduğunu tespit etti ve ek raporun taraflara tebliğine ve itiraz süresi tamamlandığında dosyanın heyete tevdiine karar verdi (EK-88: 13 Şubat 2019 Tarihli Duruşma Tutanağı).
29. UYAP’ta 13 Şubat 2019 tarihiyle kayıtlı olan bilirkişi ek raporu toplam sekiz sayfadır. İlk beş sayfası çoğunluk görüşünü (Hayri Bozgeyik ve Celal Işıklar) izleyen üç sayfada muhalefet şerhini (Gül Baysan) oluşturmaktadır.
30. Bilirkişi ek raporundaki Gül Baysan’ın ayrık görüşüne karşı, davalılar vekili Avukat M. Kaan Koçali 18 Şubat 2019 tarihli bir beyan dilekçesi sundu.
31. 20 Şubat 2019 tarihinde avukatım Fahrettin Kayhan bir itiraz dilekçesi ve ben de bir itiraz dilekçesi sundum. Vekilim Fahrettin Kayhan 19 Şubat 2019 tarihli itiraz dilekçesinde, bilirkişiler Hayri Bozgeyik ve Celal Işıklar’ın Fransızca bilmeden Fransızca paragraflar hakkında bilirkişi raporu düzenlediklerini iddia ederek bilirkişiler hakkında suç duyurusunda bulunulmasına karar verilmesini talep etti (EK-89: Avukat Fahrettin Kayhan’ın 20 Şubat 2019 Tarihli Bilirkişi Ek Raporuna İtiraz Dilekçesi).
32. Benim davacı asıl sıfatıyla hazırladığım 19 Şubat 2019 tarihli itiraz dilekçem de vekilimin tarafından 20 Şubat 2019 tarihinde mahkemeye sunuldu (EK-90: Bilirkişi Ek Raporuna Karşı 19 Şubat 2019 Tarihli İtiraz Dilekçem, infra, s.454-464). İtiraz dilekçemde şu gözlemlerde ve taleplerde bulundum:
Yukarıda 27 nolu adımda açıklandığı gibi, bilirkişi raporunun çoğunluk görüşü kısmında toplam 302 (üçyüziki) adet Fransızca paragraf bulunmaktadır. Bu metinler, Hayri Bozgeyik ve Celal Işıklar tarafından imzalı olan çoğunluk görüşünde Fransızca olarak yer almaktadır. Fransızca bilmeyen sayın Bozgeyik ve sayın Işıklar, sanki Fransızca biliyorlarmış gibi Fransızca metinleri benim ve Ramazan Çağlayan’ın Türkçe çevirileriyle karşılaştırıyorlar ve davalı Ramazan Çağlayan’ın paragraflarının benim paragraflarımdan değil, Fransızca orijinal paragraflardan alınma olduğu sonucuna ulaşıyorlar. Ben bu hususu ilk bilirkişi raporuna karşı sunduğum 5 Kasım 2018 tarihli ilk itiraz dilekçemde tespit edip, Hayri Bozgeyik ve Celal Işıklar’ın bu 302 adet paragrafı nasıl olup da Türkçeye çevirdiklerini, kendileri için bu paragrafların bir başkası tarafından mı Türkçeye çevrildiğini sorulmasını talep etmiştim. Bilirkişi ek raporunda Hayri Bozgeyik ve Celal Işıklar bu soruya şu cevabı vermişlerdir (Cümleyi aynen alıyorum):
Sayın Hayri Bozgeyik ve Celal Işıklar’ın cevabı hayret vericidir. Sayın bilirkişiler bir yandan Fransızca bilmediklerini kabul etmekte, diğer yandan ise “bütün metinlerin Fransızca’dan Türkçe’ye birebir çevirileri, buna gereksinim olmadığı kanaatiyle yapılmadığını” itiraf etmektedirler.
Bu durumda şu soruya cevap vermek gerekir: Metinler Türkçeye çevrilmemiş ise, Fransızca bilmeyen sayın Bozgeyik ve Işıklar, nasıl olup da 302 adet Fransızca paragrafı okuyup, kök rapordaki değerlendirmeleri yapabilmişlerdir? Kök raporda görüleceği üzere bu paragraflar konusunda Bozgeyik ve Işıklar, ancak Fransızca bilen birisinin yapabileceği düzeyde ayrıntılı değerlendirmeler yapmaktadırlar. Örnek olarak Bilirkişi Raporunun 54-55’inci sayfalarında yer alan “ÖRNEK 104”e ilişkin yapılan değerlendirmeyi aşağıya olduğu gibi alıyoruz:
Görüldüğü gibi “Örnek 104”e ilişkin, Hayri Bozgeyik ve Celal Işıklar, bilirkişi raporunun 55’inci sayfasında, Ramazan Çağlayan’ın paragrafının benim kitabımdaki paragraftan değil, doğrudan Fransızca kitaplardan alındığını göstermek için Chapus’nün kitabından üç paragraflık, Vedel/ Delvolvé’nin kitabından dört paragraflık ve Rivero’nun kitabından bir paragraflık Fransızca metinler vermektedir. Bu metinlerden sonra, şu değerlendirmeyi yapmaktadırlar:
Görüldüğü gibi bilirkişi Hayri Bozgeyik ve Celal Işıklar açıkça “Fransızca eserleri kontrol ettiklerini” söylemektedirler. Fransızca bilmeyen sayın bilirkişiler, bu “kontrol”ü nasıl olup da yapmışlardır? Fransızca bilmeyen bilirkişiler, Ramazan Çağlayan’ın cümlelerinin benim kitabımdaki cümlelere değil de Fransızca asıl kaynaklardaki cümlelere benzediğine nasıl olup da hükmedebilmişlerdir? Bu mümkün müdür? Eğer bu mümkün değil ise, bilirkişi raporunun 55-56’ncı sayfasında yer alan 8 paragraflık Fransızca metnin Hayri Bozgeyik ve Celal Işıklar için bir başkası tarafından çevrilmiş olması gerekir.
Görüldüğü gibi bilirkişi Hayri Bozgeyik ve Celal Işıklar, bilmedikleri bir dilden yüzlerce paragraf uzunluğunda metinleri okuyup anlamışlar ve Ramazan Çağlayan ile benim çevirilerimi bu orijinal Fransızca paragraflar ile karşılaştırmışlar ve Ramazan Çağlayan’ın cümlelerinin benim cümlelerimden değil, doğrudan doğruya Fransızca cümlelerinden alınmış olduğuna karar kılmışlardır.
Fransızca bilmeden bunun yapılması mümkün müdür?
Prof. Dr. Hayri Bozgeyik ve Dr. Celal Işıklar Fransızca bilmediklerine göre, bilirkişi raporunda kullanılan toplam 302 adet Fransızca paragraf kimin tarafından Türkçeye çevrilmiştir?
Acaba bu paragraflar, sayın Bozgeyik ve sayın Işıklar için bilirkişi heyetinin Fransızca uzmanı üyesi Prof. Dr. Gül Baysan tarafından mı Türkçeye çevrilmiştir? Bu soru Mahkeme tarafından Prof. Dr. Gül Baysan’a sorulmuş ve sayın Baysan 13 Şubat 2019 tarihiyle kayıtlı olan bilirkişi ek raporunun 6’ncı sayfasında (Gül Baysan’ın ayrık görüşünün 1’inci sayfasında) şu cevabı vermiştir (Aynen alıyorum):
Görüldüğü gibi sayın Gül Baysan altını çizerek (kelimelerdeki koyu ile vurgu kendisine aittir) “İtiraz ettiğim konularda bilirkişileri ikna etmek için yaptığım ve ayrık görüşlerimi içeren bölüme koyduklarım dışında bir çeviri yapmadım” diyor. Yani sayın Bozgeyik ve sayın Işıklar için bilirkişi raporunun 6 ilâ 176’ncı sayfalarında kullandıkları 302 adet Fransızca paragraf Türkçeye sayın Bozgeyik ve sayın Işıklar için Gül Baysan tarafından çevrilmemiştir.
Sanıyorum şu soruyu sormak hakkımdır: Bilirkişi kök raporunun 6 ilâ 176’ncı sayfalarında kullandıkları 302 adet Fransızca paragraf, Türkçeye sayın Bozgeyik ve sayın Işıklar için Gül Baysan tarafından çevrilmemiş ise kimin tarafından Türkçeye çevrilmiştir?
Bu gözlemleri yaptıktan sonra bilirkişi ek raporuna 19 Şubat 2019 tarihli itiraz dilekçemle itiraz ettim ve bilirkişiler hakkında suç duyurusunda bulunulmasını talep ettim (EK-90: Benim Bilirkişi Ek Raporuna Karşı 19 Şubat 2019 Tarihli İtiraz Dilekçem).
Maalesef bu itirazlarım Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesi tarafından dikkate alınmadı ve itirazlarımız reddedildi. Keza Daire, bilirkişiler hakkında suç duyurusunda da bulunmadı.
Aynı itirazları temyiz dilekçemizde (EK-96) de tekrarladık. Yargıtay 11. Hukuk Dairesi de itirazlarımızı dikkate almadı ve bu itirazlar hakkında tek cümlelik dahi bir değerlendirme yapmadı; itirazlarımızı adeta görmezden geldi. Malum bazı Yargıtay kararlarında “diğer temyiz itirazları yerinde görülmediğinden reddine” gibi bir şablon ibare bulunur. Benim davamda Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin verdiği 2 Mart 2020 tarih ve E.2019/4047, K.2020/2182 sayılı kararında bu şablon ibare dahi yoktur [13].
Neticede Fransızca bilmeyen iki bilirkişinin 302 adet Fransızca paragrafı değerlendirmesi sonucunda (Fransız Dili ve Edebiyatı profesörü Gül Baysan’ın muhalefetine rağmen) intihal yoktur raporu verdi ve maalesef Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesi bu rapora dayanarak bu davada Ramazan Çağlayan’ı haklı buldu ve benim davamı reddetti ve beni yargılama giderlerini ödemeye mahkûm etti.
33. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesi, 13 Mart 2019 günü heyet hâlinde yedinci duruşmasını yaptı. Heyet, Başkan Döndü Deniz Bilir, üye Erol Kaplan ve Üye Kamil Ersin Ortaç’tan oluşuyordu. Heyet, bizim bilirkişi Hayri Bozgeyik ve Celal Işıklar Fransızca bilmemelerine rağmen 302 adet Fransızca paragrafa dayanarak bilirkişi raporu düzenledikleri yolundaki itirazımız ve keza bu iki bilirkişi hakkında suç duyurusunda bulunulması talebimiz hakkında herhangi bir karar vermeden duruşmayı 8 Mayıs 2019 günü saat 10:00'a erteledi. Dairenin bilirkişi ek raporuna karşı yaptığım 19 Şubat 2019 tarihli itiraz dilekçem ve bu dilekçemde dile getirdiğim talepler hakkında olumlu veya olumsuz bir karar vermesi gerekirken, neden böyle bir karar verdiğini ben anlayamıyorum. Heyetin söz konusu durumda aldığı karar aynen şöyledir:
Bu kararın davayı iki ay kadar geciktirmek dışında ifa ettiği bir fonksiyon olmamıştır. Bu karar nedeniyle benim bilirkişi ek raporuna karşı ileri sürdüğüm iddiaların ve bulunduğum taleplerin güncelliğini, sıcaklığını ve etkililiğini yitirmiştir.
34. Benim ve vekilim Av. Fahrettin Kayhan’ın bilirkişi ek raporuna karşı sunduğumuz 19 Şubat 2019 tarihli itiraz dilekçelerimize karşı davalı vekili Av. M. Kaan Koçali 22 Mart 2019 tarihli bir beyan dilekçesi sundu.
35. Vekilim 3 Nisan 2019 tarihli dilekçeyle, davalı vekili Av. M. Kaan Koçali 22 Mart 2019 tarihli bir beyan dilekçesine karşı bir beyan dilekçesi sundu ve bu dilekçede bilirkişiler Hayri Bozgeyik ve Celal Işıklar’ın bilmedikleri Fransız dilinde 302 adet paragraf hakkında değerlendirme yapamayacağı hususunu bir kez daha altını çizdi (EK-92: Fahrettin Kayhan’ın 3 Nisan 2019 Tarihli Beyan Dilekçesi).
36. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesi, heyet hâlinde, 8 Mayıs 2019 günü sekizinci duruşmasını yaptı ve vekilim “bilirkişilerin duruşmaya çağrılarak sözlü açıklama yapmalarının istenilmesi talebinin reddine”, “tahkikatı gerektirir başka bir husus kalmadığından tahkikatın bitirilmesine” ve “bir sonraki celsenin sözlü yargılama ve hüküm duruşması olarak yapılmasına” karar verdi (EK-93: 8 Mayıs 2019 Tarihli Duruşma Tutanağı).
Eleştiri 9.- Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesi, Hayri Bozgeyik ve Celal Işıklar’ın Fransızca bilmemelerine rağmen nasıl olup da 302 adet Fransızca paragrafı Türkçeye çevirdikleri yolundaki itirazımızı incelemeden ve itirazımız olumlu veya olumsuz bir şekilde cevaplamadan davanın tahkikat safhasını bitirdi ve hüküm verme safhasına geçti. Oysa tahkikat safhası daha bitmemişti. Bilirkişi raporundaki çoğunluk görüşünü bildiren Fransızca bilmeyen iki bilirkişinin 302 adet Fransızca paragrafı Türkçeye çevirmiş olamayacağı yolundaki iddiamızın doğruluğu araştırılmamıştı ve bu yöndeki iddiamız cevaplandırılmamıştı. Bu iddiamız doğrultusunda tahkikatın tevsiine karar verilmeliydi. Tarafların iddialarının tartışılmadığı bir yerde nasıl olup da adalet tecelli edebilir?
37. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesi Heyeti, 29 Mayıs 2019 günü dokuzuncu ve son duruşmasını yaptı ve bizim davamızın reddine karar verdi (EK-94: 29 Mayıs 2019 Tarihli Duruşma Tutanağı).
Eleştiri 10.- Böylece üç ayrı defa beyan dilekçesiyle talep etmemize, iki ayrı defa de duruşmada sözlü olarak vekilim tarafından söylenmesine rağmen Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesi Heyeti, bizim Fransızca bilmeyen Hayri Bozgeyik ve Celal Işıklar’ın nasıl olup da 302 adet Fransızca paragrafı okuyup bunlar hakkında rapor düzenlediği sorumuzu tartışmamayı tercih etti.
Haliyle başka davalardaki durumu bilmem; ama benim davamda benim veya vekilim tarafından ileri sürülen pek çok iddiaya, mahkemeler tarafından olumlu veya olumsuz bir cevap verilmedi. Mahkemelerin tarafların iddialarına cevap vermediği bir yerde adalet nasıl gerçekleşecek?
38. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesinin 29 Mayıs 2019 tarih ve E.2017/1161, K.2019/642 sayılı gerekçeli kararını (EK-95) 26 Haziran 2019 tarihinde yazdı ve 3 Temmuz 2019 tarihinde vekilim Fahrettin Kayhan’a tebliğ etti. Böylece davamızın istinaf yargılaması sonuçlanmış oldu.
Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesinin 29 Mayıs 2019 tarih ve E.2017/1161, K.2019/642 sayılı gerekçeli kararı pek çok bakımından yanlıştır. Ben burada bu karardaki bütün hukuka aykırılıkları tek tek inceleyecek değilim. Böyle bir inceleme, bu karar hakkında vekilimin imzasıyla sunulan 10 Temmuz 2019 tarihli Temyiz Dilekçesinde yapılmıştır. Okuyucularımdan özellikle aşağıda 518 ile 549 sayfalar arasında yer alan EK-96’daki “Temyiz Dilekçisi”ni dikkatli bir şekilde okumalarını rica ediyorum.
Temyiz dilekçemizde Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesinin 29 Mayıs 2019 tarih ve E.2017/1161, K.2019/642 sayılı gerekçeli kararında, bize göre bulunan hukuka aykırılıkların bir listesini yaptık (EK-96). Kanımızca dördü ara kararlara ve dokuzu da esasa ilişkin toplam 13 hukuka aykırılık vardır. Burada sadece hukuka aykırılıklardan birkaçını tartışacağım.
Öncelikle belirtelim ki, gerekçeli karar oybirliği ile verilmiş değildir; ancak gerekçeli kararın bu iddiama ilişkin kısmının oy birliğiyle alındığı söylenebilir. Üye Erol Kaplan tarafından yazılan “karşı oy” yazısında bu iddiama ilişkin dile getirilmiş bir görüş yoktur. Dolayısıyla bu iddiam konusunda muhalif üye Erol Kaplan’ın da çoğunluk görüşüne katıldığı söylenebilir.
Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesi, 29 Mayıs 2019 tarih ve E.2017/1161, K.2019/642 sayılı gerekçeli kararında, Fransızca bilmeyen bilirkişiler Hayri Bozgeyik ve Celal Işıklar’ın nasıl olup da 302 adet Fransızca paragrafı Türkçeye çevirdikleri iddiamıza şu şekilde değinmiştir:
Mahkemenin kararında geçen “bilirkişi heyetinde sırf Fransızca dili uzmanı için görevlendirilen Prof. Dr. Gül Baysan'a da yer verildiği, bu bilirkişinin de ayrık görüşünde bildirdiği hususlar dışında rapora ve çevirilere bir itirazının bulunmadığı” ibaresi maddî vakıa olarak kesinlikle doğru değildir. Tersine Fransızca uzmanı bilirkişi Prof. Dr. Gül Baysan’a bu husus sorulmuş ve bilirkişi Gül Baysan 14 Şubat 2019 tarihli ek raporunun ayrık görüş başlıklı kısmında (ek raporun 6’ncı sayfasında), daha önce de alıntıladığımız gibi, açıkça şu cevabı vermiştir:
Prof. Dr. Gül Baysan, altını çizerek (kelimelerdeki koyu ile vurgu kendisine aittir) kendi ayrık görüşüne koydukları dışında bir çeviri yapmadığını söylüyor. Yani Hayri Bozgeyik ve Celal Işıklar için bilirkişi raporunun 6 ilâ 176’ncı sayfalarında kullandıkları 302 adet Fransızca paragrafı Gül Baysan Fransızcadan Türkçeye çevirmemiştir. Bu hususu mahkemeye sunduğumuz 19 Şubat 2019 tarihli itiraz dilekçemizin 5’inci sayfasında altını çizerek belirttik (bkz. EK-90: 19 Şubat 2019 Tarihli İtiraz Dilekçemiz) .
Gül Baysan açıkça ben diğer bilirkişiler için çeviri yapmadım diyor. Mahkemenin gerekçeli kararında ise
belirtiliyor (Gerekçeli Karar, sayfa 11, paragraf 2).
Gül Basan, hangi “çevirilere” ne itirazında bulunacak? Gül Baysan’ın itiraz etmesi için ortada bilirkişi raporunda geçen 302 adet Fransızca paragrafın başkaları tarafından Fransızcadan Türkçeye yapılmış çevirilerin olması gerekir.
Görüldüğü gibi bizzat Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesi gerekçeli kararındaki yukarıdaki ibare çelişkilidir. Bizzat gerekçeli kararda Fransızca Uzmanı Gül Baysan’ın “çevirilere itirazının bulunmadığı” belirtilerek bilirkişi raporunda Gül Baysan tarafından değil, başka biri tarafından yapılmış çeviriler olduğu kabul ediliyor.
Eğer bilirkişi raporunda dayanılan 302 adet Fransızca paragraf Türkçeye Gül Baysan tarafından çevrilmemiş ise, bu çevirileri kim yapmıştır? Fransızca bilmeyen bilirkişiler Hayri Bozgeyik ve Celal Işıklar yapmış olamaz. Fransızca uzmanı Gül Baysan da bu çevirileri ben yapmadım diyor. O zaman bu çevirileri kim yapmıştır? Bu soruyu Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesine tekrar durup sormak gerekiyor. Eğer bu çeviriler Gül Baysan tarafından yapılmamış ise, Hayri Bozgeyik ve Celal Işıklar da Fransızca bilmediklerine göre bu çeviriler onlara bir başkası tarafından yapılmıştır.
Maddî vakıa doğru olarak tespit edilemedikçe istinaf yargılaması kendisinden beklenen amacı sağlamaz. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesi, bilirkişi raporunda kullanılan 302 adet Fransızca paragrafın kimin tarafından Türkçeye çevrildiği vakıasını tespit edememiştir, dahası tahkikat safhasında bizim üç ayrı defa talebimize rağmen bu iddiayı görmezden gelmiş, bu iddiayı tartışmamış, bu iddianın doğruluğunu tahkik etmemiştir.
Bilirkişi raporunda toplam 302 adet Fransızca paragraf üzerine dayanan değerlendirme vardır. Bu çevirilerin kimin tarafından yapıldığı belli değildir. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesinde de bu çevirilere dayanılarak benim iddia ettiğim örneklerde usûlsüz alıntının olmadığına karar verilmiştir. Fransızca bilmeyen bilirkişilerin bilirkişi raporunda Fransızca paragraf üzerinde yaptığı değerlendirmelerin benzerleri bu sefer Fransızca bilmeyen Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesinin Başkanı sayın Döndü Deniz Bilir ve üyesi sayın Kamil Ersin Ortaç tarafından gerekçeli kararda devam ettirilmiştir. Yani Fransızca bilmeyen bilirkişilerin Fransızca paragraf üzerine yaptığı değerlendirme hatası, bu sefer Fransızca bilmeyen hâkimler tarafından devam ettirilmiştir.
Gerekçeli karardan birkaç örnek verelim:
Görüldüğü gibi mahkeme “bu esere bakılarak bilirkişilerce yapılan karşılaştırmada, tabloda verilen başlıkların (planın) Fransızca eserde de aynen yer aldığı”nı belirtiyor. İyi güzel de Fransızca bilmeyen bilirkişi Hayri Bozgeyik ve Celal Işıklar, tabloda verilen başlıkların (planın) Fransızca eserde de aynen yer aldığı”nı nasıl olup da tespit edebilmişlerdir? Fransızca uzmanı bilirkişi Gül Baysan bunları ben çevirmedim dediğine göre Fransızca eserdeki başlıkları kim Türkçeye çevirmiştir?
Diğer bir örnek: Gerekçeli kararın 14’üncü sayfasında aynen şöyle deniyor:
Örnek olarak verilen cümlenin “atıf yapılan Fransızca eserde de aynen yer aldığı”nı Fransızca bilmeyen bilirkişiler Hayri Bozgeyik ve Celal Işıklar ve nasıl olup da tespit etmiştir? Fransızca uzmanı Gül Baysan bunları ben çevirmedim diyor. Örnek olarak verilen cümlenin, atıf yapılan Fransızca eserde de aynen yer aldığını Fransızca bilmeyen bilirkişilerin tespit edemeyeceğine göre bu tespiti kim yapmıştır?
Örnekleri çoğaltma mümkündür. Gerekçeli kararda incelenen örneklerin neredeyse hepsinde benzer problem vardır. Bu örneklerde yapılan değerlendirmelerin Fransızca bilmeyen bilirkişiler ve keza Fransızcaya bilmeyen hâkimler tarafından yapılabilmesi mümkün değildir (ki bir ihtimal hâkimin kendisi Fransızca biliyor olsa bile, teknik bilgiye ilişkin bir husus olduğu için hâkim bu bilgisini karar verirken zaten kullanamaz).
Sorunun vahametini gözler önüne sermek için örnekleri çoğaltalım: Gerekçeli kararın 18’inci sayfasında “Örnek 151”e ilişkin şöyle deniyor:
Fransızca bilmeyen bilirkişiler ve hâkimler, nasıl olmuş da davalı eserindeki örnekte yer alan bilgilerin “atıf yapılan Fransızca eserlerde… aynen yer aldığı, birebir çeviri değil, metinlerin özeti” olduğunu tespit edebilmişlerdir?
Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesinin 29 Mayıs 2019 tarih ve E.2017/1161, K.2019/642 sayılı gerekçeli kararından birkaç örnek daha verelim (Bkz.: EK-95, infra, s.488-504):
Yukarıda örneklere bakınca neyi görüyoruz? Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesi, söz konusu değerlendirmelerinde iki kalıbı kullanıyor:
İyi güzel de söz konusu cümlenin atıf yapılan Fransızca eserde aynen bulunduğunu Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesi nasıl saptamıştır? Bu saptamayı yapabilmek için Fransızca bilmek gerekir. Dayandığı bilirkişi raporunu hazırlayan Hayri Bozgeyik ve Celal Işıklar ise Fransızca bilmemektedirler. Fransızca uzmanı bilirkişi Gül Baysan ise, bu örneklerdeki Fransızca paragrafları ben Türkçeye çevirmedim demektedir. O halde bunları kim Türkçeye çevirmiştir? Yoksa Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesi bu Fransızca çevirileri kendisi mi yapmıştır?
Gerekçeli kararda örneklere ilişkin kullanılan diğer kalıp şudur:
Demek ki mahkeme de açıkça bu değerlendirmelerin Fransızca eserlerin incelenmesi sonucunda yapıldığını kabul ediyor. İyi güzel de bu Fransızca eserleri kim incelemiştir? Bu incelemeyi Fransızca bilmeyen Hayri Bozgeyik ve Celal Işıklar yapmış olamaz. Bu incelemeyi bilirkişi heyetinin Fransızca bilen üyesi Gül Baysan de yapmış olamaz. Çünkü bu soru Gül Baysan’a itirazımız sonucu Mahkeme tarafından sorulmuş ve Gül Baysan da, daha önce de alıntıladığımız gibi, şu cevabı vermiştir:
Gül Baysan, diğer bilirkişilerin görüşlerini dayandırdıkları Fransızca metinleri ben çevirmedim diyor. Peki bu metinleri kim çevirmiştir? Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesinin bu soruya cevap vermesi gerekirdi.
Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesi, gerekçeli kararının pek çok yerinde (Örnek 46, 53, 59, 104, 142, 151, 152, 154, 166, 177, 180, 183, 202, 205, 208, 224 ve 254 nolu örneklerde) benim usûlsüz alıntı olduğunu iddia ettiğim paragrafların Fransızca eserlerde de aynen bulunduğunu saptıyor. Yine 20. Hukuk Dairesi, gerekçeli kararınızın bazı yerlerinde (mesela 153, 156, 160, 207, 210 ve 222 nolu örneklerde) benim usûlsüz alıntı olduğunu iddia ettiğim paragraflar hakkında “Fransızca eserlerin incelediğinde” diye başlayan cümlelerle değerlendirmeler yapılıyor.
Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesi, benim usûlsüz alıntı olduğunu iddia ettiğim paragrafların “Fransızca eserlerde de aynen bulunduğunu” nasıl olup da saptayabilmiştir? Keza Daire, Fransızca eserleri nasıl olup da inceleyebilmiştir?
Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesi sayın Başkanı ve sayın Üyeleri Fransızca biliyor mu? (Bilseler bile özel nitelikte bir bilgiye dayanarak karar veremezler). Daire için bu Fransızca eserlerdeki paragrafları kim Türkçeye çevirdi? Daire, hangi bilirkişi raporunun hangi kısmına dayanarak bu saptamayı yaptı; bu incelemede bulundu? Fransızca bilmeyen Hayri Bozgeyik ve Celal Işıklar’ın çoğunluk görüşüne mi? Yoksa Gül Baysan’ın karşı oyuna mı? Daire, Hayri Bozgeyik ve Celal Işıklar’ın çoğunluk görüşüne dayanmış ise, Dairenin kararı hukuka aykırıdır; çünkü bu bilirkişiler Fransızca bilmemektedir. Yok eğer, Daire, Fransızca uzmanı bilirkişi Gül Baysan’ın karşı oyuna dayanmış ise, Dairenin kararı yine hukuka aykırıdır; çünkü Gül Baysan bu örneklerde usûlsüz alıntı bulunduğu kanısındadır. Ya o, ya bu. Bu ikisin arasında ortalama bir yol yoktur.
Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesinin 29 Mayıs 2019 tarih ve E.2017/1161, K.2019/642 sayılı kararını esası bakımından de değerlendirmek gerekir. Bunun için ise istinaf aşamasında dava konusu olan toplam 104 adet alıntı örneğini tek tek vermek ve bunlar hakkında Ankara Bölge Adliye Mahkemesinin ne karar verdiğini açıklamak ve bunların doğruluğunu tartışmak gerekir. Bu hayli uzun bir tartışmadır. Bu örneklerden bazıları bir iki paragraflık, bazıları ise onlarca paragraflık metinlerden oluşmaktadır.
Ben, bu örneklere ilişkin kendi değerlendirmelerimi ve iddialarımı Ankara 2. Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesine dava dilekçesinin ekinde sunduğum 251 sayfa uzunluğunda “EK-3” isimli belgede yapmıştım. Bu belgede Ramazan Çağlayan’ın paragrafları ile benim paragraflarımı kutu içinde alt alta vermiş ve bunların arasında nasıl aynılık veya rastlantıyla açıklanamayacak derecede benzerlik bulunduğunu göstermiştim. (Bu belge yukarıda s.5-6’da açıkladığım sebeple bu kitapta yayınlanmamaktadır).
Bu örneklere ilişkin olarak ilk derece mahkemesinin gerekçeli kararında detaylı bir inceleme yapmıştır. Mahkeme alıntı örneklerini bir tabloda yan yana verip karşılaştırma yapmıştır. Ankara 2. Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesinin 12 Temmuz 2017 tarih ve E.2012/49, K.2017/292 sayılı gerekçeli kararının örneklerin değerlendirildiği kısmı 254 sayfa uzunluğundadır (254 sayfa uzunluğunda olan bu kısımdan sadece 34 sayfalık bir kısım bu kitaba ek olarak alınmıştır. Bkz., infra, s.342-376. İlk derece mahkemesinin gerekçeli kararının tam metni için bkz.: http://www.idare.gen.tr/gozler-caglayan-2017-292-karar.htm; http://www.idare.gen.tr/gozler-caglayan-2017-292-karar.pdf).
Bu uzunluktaki incelemeyi hâliyle burada tekrar yapamam. Burada Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesinin 29 Mayıs 2019 tarih ve E.2017/1161, K.2019/642 sayılı gerekçeli kararının esasını sadece sekiz adet örnek üzerinden değerlendireceğim.
Bu vesileyle belirtmek isterim ki, Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesinin 29 Mayıs 2019 tarih ve E.2017/1161, K.2019/642 sayılı gerekçeli kararında, benim dava dilekçeme eklediğim 276 adet somut alıntı örneğinden veya Ankara 2. Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesinin 12 Temmuz 2017 tarih ve E. 2012/49, K.2017/292 sayılı gerekçeli kararında usûlsüz alıntı olarak kabul edilmiş 104 adet alıntı örneğinden birisi dahi, Ramazan Çağlayan’ın paragrafları ve benim paragraflarım alt alta veya yan yana verilerek karşılaştırma yapılmamıştır. Eğer bu örneklerde Ramazan Çağlayan cümleleri ve benim cümlelerim alt alta veya yan yana verilseydi, zaten ortada bir usûlsüz alıntı olduğu, yoruma bir ihtiyaç olmaksızın kendiliğinden ortaya çıkacaktı. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesinin yapmadığı bu karşılaştırmayı biz aşağıda hiç olmazsa sekiz örnek üzerinden yapalım [13] :
Görüldüğü gibi Ramazan Çağlayan’ın yukarıdaki cümleleri benim cümlelerimden alınmadır. Ramazan Çağlayan’ın Fransız mahkeme kararından yaptığı 25 kelimelik ve üç satırlık çeviri, kelimesi kelimesine, noktası virgülüne, benim çevirimle aynıdır. İki yazarın birbirinden habersiz olarak aynı 25 kelimeyi, aynı sırayla kullanması mümkün müdür? Ramazan Çağlayan bu alıntıyı gerçekte benden almıştır; ama bana atıf yapmamıştır. Ortada kaynaksız alıntı durumu vardır. Ne var ki Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesi, 29 Mayıs 2019 tarih ve E.2017/1161, K.2019/642 sayılı kararıyla, Ramazan Çağlayan’ın yukarıdaki cümlelerinin usûlsüz alıntı oluşturmadığına karar vermiştir. Yargıtay 11. Hukuk Dairesi de 2 Mart 2020 tarih ve E.2019/4047, K.2020/2182 sayılı kararıyla Bölge Adliye Mahkemesinin bu kararını onamıştır.
Görüldüğü gibi Ramazan Çağlayan’ın yukarıdaki dört cümlesi ile benim yukarıdaki dört cümlem arasında rastlantıyla açıklanamayacak ölçüde bir benzerlik ve hatta yer yer aynılık vardır. Ramazan Çağlayan’ın bu dört cümleyi benim cümlelerimi görmeden kurmuş olması mümkün değildir. Bu cümleler de bana yapılmış bir atıf olmadığına göre ortada bir usûlsüz alıntı vardır.
Ne var ki Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesi, 29 Mayıs 2019 tarih ve E.2017/1161, K.2019/642 sayılı kararıyla Ramazan Çağlayan’ın bu cümlelerinin usûlsüz alıntı teşkil etmediğine karar vermiştir. Bu karar da Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 2 Mart 2020 tarih ve E.2019/4047, K.2020/2182 sayılı kararıyla onanmıştır.
Görüldüğü gibi Ramazan Çağlayan’ın yukarıdaki üç cümlesi de benden alınmadır. Alıntılar tırnak içinde verilmesini gerektirecek derecede benim cümlelerimle aynıdır. Ama maalesef Ramazan Çağlayan bana değil, Fransız yazarlara atıf yapmaktadır. Ayrıca belirteyim ki, Ramazan Çağlayan’ın 188 ve 189 nolu dipnotlar da atıf yaptığı yazarlar, benim 247 ve 249 nolu dipnotlarımda atıf yaptığım yazarlardır. Bu şu anlama gelir ki, yukarıdaki kutuda Ramazan Çağlayan’ın sadece ana metni değil, dipnotları da benim kitabımdan alınmadır. Ortada bir usûlsüz alıntı vardır.
Ne var ki, Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesi, 29 Mayıs 2019 tarih ve E.2017/1161, K.2019/642 sayılı kararıyla Ramazan Çağlayan’ın bu cümlelerinin usûlsüz alıntı teşkil etmediğine karar vermiştir. Yargıtay 11. Hukuk Dairesi de 2 Mart 2020 tarih ve E.2019/4047, K.2020/2182 sayılı kararıyla Bölge Adliye Mahkemesinin bu kararını onamıştır.
Görüldüğü gibi Ramazan Çağlayan “Kişisel Kusur” konusundaki plânı aynen benden alınmıştır. Sadece başlıkların sırası değil, başlıklarda kullanılan bütün kelimeler noktası virgülüne benim kelimelerimdir. Benim “mazur” kelimemi yanlış olarak “maruz” yazması dışında bir fark yoktur. Ayrıca belirtelim ki, sadece başlıklar değil bu başlıklar altında yapılan açıklamalarda, aynı sırayla benim kitabımdan alınmadır. Ramazan Çağlayan bu plânın benden alındığını belirtmemektedir. Bana yapılan bir atıf bulunmamaktadır. Böyle bir atıf olsa bile değişen bir şey olmaz. Kaynağını göstererek dahi bir yazarın oluşturduğu bir plân bir başka yazar tarafından alıntılanamaz. Çünkü bir kere alıntının FSEK, m.35/1, b.1 göre “bazı cümle ve fıkralar” ile sınırlı olması şarttır. Bir kısmın başlıkları ve başlıklar altındaki açıklamalar, “bazı cümle veya fıkra” kapsamında olan bir şey değildir. Diğer yandan, Ramazan Çağlayan böyle bir kısmın başlıkları ve başlık altındaki açıklamaları benden alması FSEK, m.35/1, b.3’te öngörülmüş olan “iktibasın maksadın haklı göstereceği nispet dahilinde ve münderacatını aydınlatmak maksadıyla” yapılması şartına da aykırılık teşkil eder. Alıntı yoluyla münderacat, yani içerik oluşturulamaz.
Belirtelim ki, Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesi, 29 Mayıs 2019 tarih ve E.2017/1161, K.2019/642 sayılı kararıyla Ramazan Çağlayan’ın bu cümlelerinin usûlsüz alıntı teşkil etmediğine karar vermiştir. Yargıtay 11. Hukuk Dairesi de 2 Mart 2020 tarih ve E.2019/4047, K.2020/2182 sayılı kararıyla Bölge Adliye Mahkemesinin bu kararını onamıştır.
Görüldüğü gibi alıntı benden, ama atıf Fransız yazarlara. Ortada bir yandan FSEK, m.71/1, b.3’te hükme bağlanan “kaynak göstermeksizin iktibasta bulunma”, diğer yandan da FSEK, m.71/1, b.5’te hükme bağlanan “aldatıcı mahiyette kaynak gösterme” durumu vardır.
Bu örneğe ilişkin Fransızca uzmanı bilirkişi Prof. Dr. Gül Baysan’ın sunduğu bilirkişi raporunun “ayrık görüş” kısmında yaptığı bir tespite de işaret edelim. Gül Baysan, bu örnekte benim yaptığım bir çeviri hatasını Ramazan Çağlayan’ın da yaptığını saptamakta ve şöyle demektedir:
Belirtelim ki Yargıtay 11. Hukuk Dairesi, 2 Mart 2020 tarih ve E.2019/4047, K.2020/2182 sayılı kararıyla onanarak kesinleşen Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesinin 29 Mayıs 2019 tarih ve E.2017/1161, K.2019/642 sayılı kararına göre Ramazan Çağlayan’ın söz konusu plânı usûlsüz alıntı oluşturmamaktadır.
Yukarıdaki iki paragraf karşılaştırılırsa, Ramazan Çağlayan paragrafının benim paragrafımdan alınma olduğu görülür. Ama Ramazan Çağlayan maalesef bana değil, başka başka yazarlara atıf yapmaktadır. Ortada bir yandan FSEK, m.71/1, b.3’te hükme bağlanan “kaynak göstermeksizin iktibasta bulunma”, diğer yandan da FSEK, m.71/1, b.5’te hükme bağlanan “yanlış veya aldatıcı mahiyette kaynak gösterme” durumu vardır. Ne var ki Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesi, 29 Mayıs 2019 tarih ve E.2017/1161, K.2019/642 sayılı kararıyla Ramazan Çağlayan’ın bu cümlelerinin usûlsüz alıntı oluşturmadığına karar vermiştir. Yargıtay 11. Hukuk Dairesi de 2 Mart 2020 tarih ve E.2019/4047, K.2020/2182 sayılı kararıyla Bölge Adliye Mahkemesinin bu kararını onamıştır.
Son bir örnek vermek isterim:
Bu son örneği niye vermek istedim? Çünkü bu örneğin çürütülmesi mümkün olmayan, usûlsüz alıntıyı kanıtlayan tartışmasız bir örnek olduğunu sanıyordum. Zira benim İdare Hukuku (Bursa, 2003, c.II, s.181) kitabımın 737 nolu dipnotunda Vedel ve Delvolvé’nin kitabına atıf yaptığım sayfa numarası (s.233) bir maddî hata sonucu yanlıştır. Söz konusu alıntı, Vedel ve Delvolvé’nin kitabında sayfa 233’te değil, gerçekte sayfa 433’te bulunmaktadır (üç basamaklı bir sayının ilk basamağında 4 yazacağıma bir maddi hata sonucu 2 yazmışım). Benim yaptığım aynı maddî hatanın Ramazan Çağlayan’ın kitabında da bulunması, Ramazan Çağlayan’ın, alıntıyı, atıf yaptığı Vedel ve Delvolvé’nin kitabından değil, benim kitabımdan aldığını, ama atfı benim kitabımın 737 nolu dipnotu üzerinden transit bir şekilde Vedel ve Delvolvé’ye yaptığı sonucu ortaya çıkmaktadır. Dipnotun ve dipnottaki maddî hatanın da alınması usûlsüz alıntının en tartışmasız kanıtıdır. Eğer Ramazan Çağlayan, alıntıyı benim kitabımdan almıyor olsaydı, gerçekten Vedel ve Delvolvé’nin kitabına baksaydı, doğru sayfa numarasının 233 değil, 433 olduğunu görür ve dipnotta 233 değil, 433 yazardı. İki yazarın 1200 sayfalık kitapta aynı sayfaya yanlışlıkla atıf yapması tesadüfle açıklanabilir mi?
Bir usûlsüz alıntı bundan daha kesin bir şekilde nasıl ispatlanabilir?
Dipnottaki maddî hatanın da aktarılması ilk derece mahkemesinin gerekçeli kararında hükme dayanak teşkil etmiş ve kararda “iki yazarın/kişinin aynı doğruları yapması belli şartlar altında normal karşılanabilirse de aynı yanlışı yapmaları olağan karşılanamaz” denmiştir. Maalesef İstinaf Mahkemesi bu hususu gözden kaçırmış ve şu değerlendirmeyi yapılmıştır:
Biz temyiz dilekçemizde Örnek 137’yi tekrar vererek istinaf mahkemesi kararının bozulmasını talep ettik. Yargıtay 11. Hukuk Dairesi, bizim iddiamızı tartışmamış ve istinaf mahkemesinin bu kararını onamıştır.
Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesinin gerekçeli kararına üye Erol Kaplan muhalif kalmış ve 10 sayfa uzunluğunda bir muhalefet şerhi yazmıştır. Sayın kaplan, Yazdığı muhalefet şerhinde, Fransızca bilmeyen bilirkişiler tarafından hazırlanan rapora dayanılamayacağı yolundaki itirazımıza ilişkin bir görüş açıklamamıştır. Sayın Erol Kaplan’ın karşı oyu da bu açıdan eleştiriye açıktır. Erol Kaplan’ın karşı oyunda bilirkişiler Hayri Bozgeyik ve Celal Işıklar’ın Fransızca bilmedikleri vakıasına vurgu yapmamış olması şaşırtıcı değildir; zaten yukarıda açıklandığı gibi, adı geçen bilirkişileri, benim ve vekilimin yaptığı pek çok itiraza rağmen kendisi görevlendirmiş ve devam eden itirazlarımıza rağmen Fransızca bilmedikleri hâlde Fransızca paragraflar hakkında rapor düzenleyen bu bilirkişileri görevden almamıştır.
Üye Erol Kaplan’ın karşı oyu, duruşma tutanağındaki özet şekliyle şöyledir:
Öncelikle belirteyim ki, üye Erol Kaplan’ın, gerekçeli kararda muhalif kalması ve lehime oy kullanmasına ben şahsen çok şaşırdım. Zira öğretim üyesi olmayan Celal Işıklar’ı bilirkişi seçen naip üye sayın Erol Kaplan’dır. Davalı ile aynı fakülteden aynı dersi veren bilirkişi Celal Işıklar hakkında yaptığımız bilirkişi ret talebimizi reddeden yine naip üye sayın Erol Kaplan’dır.
Bilirkişi raporunda 302 adet Fransızca paragraf hakkında Fransızca bilmeyen Hayri Bozgeyik ve Celal Işıklar’ın rapor düzenlemelerinin imkansız olduğu yolundaki iddiamızı tartışmayan yine naip üye sayın Erol Kaplan’dır.
Ben naip üye sayın Erol Kaplan’ın bilirkişi seçimine ilişkin aldığı ara kararların ve keza Fransızca bilmedikleri hâlde 302 adet Fransızca paragraf üzerinden değerlendirme yapan Hayri Bozgeyik ve Celal Işıklar’ın görevden alınması talebim hakkında karar vermemesinin hukuka aykırı olduğunu düşünüyorum. Naip üye Erol Kaplan’ın bu davanın tahkikat safhasında aldığı pek çok ara kararının hukuka aykırı olduğunu düşünürken sayın Erol Kaplan’ın gerekçeli kararda çoğunluk kararına muhalif kalmasına ve lehime oy kullanmasına çok şaşırdım.